26 Aralık 2014 Cuma

Müminler Allah'ın Rahmetini Umut Ederek Konuşurlar



Yüce Allah, her insana konuşmak gibi önemli bir yetenek bahşetmiştir. Ancak bazı insanlar söyledikleri her sözün Allah Katında yazıldığını ve bunlardan sorumlu olduklarını kavrayamadıkları için, konuşmalarının ahiretleri açısından taşıdığı önemi göz ardı edebilmektedirler. Oysa her insanın şu gerçeğin bilincinde olması gerekir: Konuşabilmek bir nimettir ve Allah insana bu yeteneği belirli bir amaç için vermiştir. İnsanın sorumluluğu; Allah’ın her an kendisiyle beraber olduğunu, rahmetiyle herşeyi sarıp kuşattığını, ağzından çıkan her sözü duyduğunu ve ahirette O’nun huzurunda hesap vereceğini bilerek, her an vicdanını kullanarak konuşmasıdır. Bu nedenle bir kişinin Allah’ın rahmetinden umut kesen konuşmalar yapması din ahlakına uygun bir davranış değildir. 

Bazı insanlar, Kuran ahlakının pek çoğunu uygulayıp hayatlarının büyük bölümünde mümin tavrı gösterebilirler. Ancak bazı konular vardır ki, bunların Kuran ahlakına göre yanlış olduğunu anlamak istemeyebilir ya da bunu gereği gibi kavrayamamış olabilirler. Bu kavrayış eksikliği içindeki kişilerin konuşmalarında ise belirgin bir üslup dikkati çeker. Örneğin:
Çözümsüzlüğe yönelik konuşmalar yaparlar: Bu kişilerin günlük konuşmalarında ümitsiz ifadeler hakimdir. Çok basit konuları bile çözümsüz hale getirebilirler. “Ne yapacağım ben şimdi?”, “Nasıl bu hale geldim?”, “Neden işler istemediğim şekilde gelişiyor?”, “Bu işin içinden nasıl çıkacağım?”, “Keşke şöyle yapmasaydım” benzeri ifadelerle dolu konuşmalar bu kişilerin içinde bulundukları olumsuz ruh halini gösterir.

Kaderi Unutmaları: Kimi zaman iman ettiklerini söyledikleri halde ümitsizliğe kapılan, kaderin akışı içinde tüm olayları Allah’ın yarattığını unutarak açmaza düşen insanlar da olabilmektedir. Oysa kaderi unutmayan ve iman edenler için her şeyin hayır olarak yaratıldığını bilen bir üslup, Müslümanın tüm hayatına hakimdir. Müslüman hiçbir şeyi, hiç kimseyi ve hiçbir olayı bu inancının dışında tutmaz. Olumlu gelişmelerin kaderde olduğunu düşünüp, aksilik gibi görünen olaylarda kaderi unutmuş konuşmalar yapmanın gafil bir üslup olduğunu bilir. Hatayı yapan kendisi de olsa, başkası da olsa “niye yaptın”, “oraya gitmeseydin bunlar olmazdı” gibi sözler söylemez. Tam tersine Kuran’da, “… Size isabet eden ancak Allah’ın izni ile idi…” (Al-i İmran Suresi, 166) ayetiyle haber verilen gerçeği anlamış bir insanın üslubuyla konuşur. Baştan tedbirini alamamasının da, oluşan hatanın meydana gelmesinin de hep kişinin kaderinde olduğunu bilir.

Allah’ın Herşeyi Hayırla Yarattığını Bilmek Ümitsiz Bir Üslupla Konuşmayı Engeller

İnsanlar günlük hayat içerisinde kimi zaman ummadıkları, istemedikleri ya da hoşlanmadıkları olaylarla karşılaşabilirler. Bunların her biri, “O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı...” (Mülk Suresi, 2) ayetiyle bildirildiği gibi, insanların denenmesi için özel olarak yaratılan durumlardır. İman edenlerin yapması gereken ise, başlarına gelen olay her ne kadar zor ya da olumsuz gibi görünse de, Allah’a güvenmek ve Rabbimiz’in her olayda bir hayır takdir ettiğini bilmektir. Mümin bir kişi, kalbinde yaşadığı bu güven ve teslimiyeti ahlakına da hakim eder.

Böyle bir insanın konuşmalarından teslimiyeti ve tevekkülü açıkça anlaşılır. Bir an bile olsa yaşadığı olaylar hakkında “Neden ya da niçin böyle oldu?” gibi sözler sarf etmez ve düşünmez de. “... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216) ayetinde haber verildiği gibi Allah’ın inananlar için herşeyi en güzel ve en kusursuz şekilde yarattığını, olumsuz gibi görünen bir olayın aslında kişiye pek çok yönden hayır getirebileceğini bilerek konuşur. Hiçbir zaman din ahlakına göre yaşamayan insanların “Eyvah, keşke, maalesef, nasıl yaptım böyle bir şeyi?” gibi şikayet eden, tevekkülsüz ve umutsuz üslubunu andıracak ifadeler kullanmaz. 

Ümitsiz Konuşmalar Yapanlara Destek Olmak da Kuran Ahlakı ile Çelişir

Kader mutlaka olması gerektiği gibi yani Allah’ın dilediği şekilde gelişir. Bu nedenle “şöyle olsaydı böyle olurdu” gibi yanlış mantıklar öne sürerek hüzne ya da pişmanlığa kapılmak yersizdir. Yaşanan neyse, en hayırlısı odur.

Böyle bir yanılgıya kapılan kişiye itibar etmek, onu haklı bulduğunu gösteren ifadeler kullanmak da aynı derecede hatalı bir tavırdır. Ümitsiz konuşmalar yapan kişinin çevresindekiler ona katılmak yerine onu içinde bulunduğu olumsuzluktan çıkartacak şekilde davranmalıdırlar. Müslümanca konuşan bir kimsenin yanında bulunanlar da o ana kadar alışkın oldukları ve büyük olasılıkla sakıncalı görmedikleri Allah’tan gafil üsluplarını bir anda terk ederler. İki konuşma tarzı arasında oluşan açık farklılık, Allah’ın izniyle kullandıkları üsluptan utanıp sakınmalarına neden olur. 

Müslümanların Nasıl Bir Üslup Kullanmaları Gerektiği Kuran’da Haber Verilmiştir

Allah Kuran’da müminlere, “De ki: “Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.” (Tevbe Suresi, 51) ayetiyle zorluklar karşısında nasıl bir üslupları olması gerektiğini bildirmektedir. Yine bir başka ayette ise “Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: “Biz Allah’a ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz.” (Bakara Suresi, 156) buyrularak, müminlerin kaderin ve her olayın hayırla yaratıldığının şuurunda olan, teslimiyetli bir üslup kullandıklarına dikkat çekilmektedir. 

Peygamber Efendimiz (sav) de bir hadis-i şeriflerinde tevekkül ile ilgili olarak şöyle buyurmuşlardır: 

Ebû Hureyre (r.a.) Resûlullah’ın şöyle buyurduğunu haber vermiştir: 

“Kuvvetli mü’min, Allah Katında zayıf mü’minden daha hayırlı, (daha üstün) ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sana yararlı olan şeyi elde etmeye çalış. Allah’dan yardım dile ve asla acz gösterme. Başına birşey gelirse, ‘’Eğer (keşke) şöyle yapsaydım, şöyle olurdu!’’ diye hayıflanıp durma. ‘’Allah’ın takdiri bu. O, ne dilerse yapar.’’ de. Çünkü “eğer (keşke)” kelimesi, şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar.” (Müslim, Kader 34. Tercüme: İsmail L. Çakan, Hadislerle Gerçekler, Erkam Yayınları, İstanbul 1990, s.231) 

Müslümanca Konuşmak Yüce Allah’ın Rızasını ve Cennetini Kazandırır

Müslüman, işlediği salih davranışlar yanında içinden geçirdiği her düşüncesinden ve konuşmasından da sorumlu olduğunu bilir. Konuşmalarını Kuran’da bildirilen hükümlere göre düzenlemesinin kendisinin Kuran ahlakına uygun yaşamasında son derece önemli ve belirleyici olduğunu bildiğinden Müslümanca konuşmak konusunda titizlik gösterir. “Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya devam et.” (İnşirah Suresi, 7) ayetinin hükmü gereği müminler amelleriyle, düşünceleriyle ve konuşmalarıyla hayatlarının sonuna kadar Yüce Rabbimiz’i hoşnut etmeye çalışırlar. Bu samimi çabalarının sonucunu ise Yüce Allah Kuran’da şöyle müjdeler: 

“Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) “Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin.”” (Fussilet Suresi, 30)

Müjdeli ve Sevinç Verici Konuşmalar Yapmanın Önemi

“... Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur.” (Tevbe Suresi, 111) ayetiyle Allah müminlere birbirleriyle müjdeleşmelerini hatırlatmaktadır. İman edenlerin sevinçlerinin ve neşelerinin kaynağı, Allah’ın, kendilerini “büyük bir kurtuluşa” ulaştıracak, doğru yola iletmiş olmasıdır. 

Müminler imanlarından kaynaklanan bu neşeyi hayatlarının her aşamasında ve her anında yaşarlar. Çünkü Allah iman edenlerin dostudur; inananlara her zaman yardım edeceğini ve tüm işlerini onların lehine sonuçlandıracağını, hayırlara vesile edeceğini müjdelemiş, ahirette de onlara cennetini vadetmiştir. Allah’ın asla vaadinden dönmeyeceğini bilen müminler, dünya hayatında yaşadıkları tüm olayları bu şuurla değerlendirirler. Bu nedenle yaşadıkları her olayın lehlerine olduğundan emindirler. Karşılaştıkları zorlukların kolaylıklarını ve müjdeli yönlerini görebilir, bu olayları yorumlarken daima hayra yoran, müjde ve sevinç veren bir tarzda konuşurlar. İçlerinde Allah’a dayanıp güvenmenin huzuru ve güveni vardır. Zorluklara ve yaşadıkları sıkıntılara güzel bir sabırla sabretmenin güzel karşılığını alırlar. Bu sabrın ahiretteki güzel karşılığını düşünüp müjdeleşmenin neşesini yaşarlar. Dolayısıyla her olay, müminler için bir müjde haline gelir. Çünkü karşılaştıkları her olayı Allah yaratmaktadır ve Allah müminlerin dostu ve velisidir. Allah’tan gelen her ne olursa olsun mutlaka güzel ve müjdelidir.


24 Aralık 2014 Çarşamba

Allah her zorlukla beraber bir kolaylık kılar


Allah dünya hayatında insanları denerken, sonsuz rahmetinin bir sonucu olarak her zorlukla beraber mutlaka bir kolaylık yaratacağını da müjdelemiştir. Allah ayetlerinde bu müjdeyi şöyle bildirir:

Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır. (İnşirah Suresi, 5-6)

Kuran'da peygamberlerin ve salih müminlerin hayatlarına bakıldığında karşılaştıkları zor gibi görünen her türlü durumda Allah'ın mutlaka bir kolaylık yarattığı dikkat çekmektedir. Allah "Fettah" sıfatı ile her türlü zorluğu açan, kolaylaştırandır.

Söz gelimi Kuran'da Allah yolunda mücadele ederken karşılaştıkları tepkiler ve maruz kaldıkları şiddet yüzünden, yaşadıkları yerden ayrılmak durumunda bırakılan yani hicret eden müminler örnek verilir. Bu insanlar, tüm işlerini, evlerini, bahçelerini, mallarını bırakarak, hiç tanımadıkları topraklara, hiç tanımadıkları insanların yanlarına göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu, dıştan bakıldığında zor bir durumdur. Ancak Allah, Nisa Suresi'nde, hicret eden müminlerin durumlarını kolaylaştırdığını ve onları nimetlendirdiğini şöyle bildirir:

Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde barınacak çok yer de bulur, genişlik (ve bolluk) da. Allah'a ve Resûlü'ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah'a düşmüştür. Allah, bağışlayıcıdır, esirgeyicidir. (Nisa Suresi, 100)

Nitekim Allah bu vaadini Peygamberimiz (sav) döneminde yaşayan müminler üzerinde açıkça göstermiştir. Dünyevi değerlere önem vermeyen sahabeler, Allah yolunda her türlü fedakarlığı yaparak çeşitli zorlukları göze aldıkları için, Allah bu güzel ahlaklarına karşılık onları en güzel şekilde rızıklandırmış ve barındırmıştır. Onların her işlerini diğer insanlara göre kolaylaştırmıştır. Sahabelerin yaşadıkları bu kolaylık ve rahmeti Allah bir ayetinde şöyle haber verir:

Hatırlayın; hani sizler sayıca azdınız ve yeryüzünde zayıf bırakılmıştınız, insanların sizi kapıp-yakalamasından korkuyordunuz. İşte O, sizi (yerleşik kılıp) barındırandı, sizi yardımıyla destekledi ve size temiz şeylerden rızıklar verdi. Ki şükredesiniz. (Enfal Suresi, 26)

Diğer peygamberlerin hayatlarındaki daha pek çok örnek de Allah'ın müminlere sağladığı kolaylıkların apaçık göstergeleridir.

Mesela Hz. Yusuf'un hayatındaki pek çok olayda Allah'ın rahmetinden verdiği bu kolaylık görülmektedir. Hz. Yusuf kendisini kıskanan kardeşleri tarafından kuyuya atılmasından sonra kuyunun yanından geçen bir kervan tarafından bulunmuştur. Hz. Yusuf'u kuyudan kurtaran kişiler onu köle olarak bir vezire satmışlardır. Bir süre sonra Hz. Yusuf, hiçbir suçu olmadığı halde kendisine atılan iftiralar nedeniyle hapse atılmıştır. Hz. Yusuf'un hayatındaki bu gelişmeler ilk bakışta çok zor bir durum gibi gözükebilir. Ancak Allah Hz.Yusuf'un gösterdiği güzel ahlaka ve tevekküle karşılık onu dünyada da mükafatlandırmış ve zorluklarla beraber mutlaka kolaylık kıldığını göstermiştir. Hz. Yusuf başına gelen pek çok olumsuz gibi görünen olayın vesile olmasıyla, hazinenin başına getirilerek önemli bir yönetici olmuştur.

Allah Hz. Musa'nın hayatında da karşılaştığı zorluklarla beraber kolaylıklar kılarak müminleri desteklemiştir. Hz. Musa çağlar boyu yaşamış en azgın insanlardan biri olan Firavun'a karşı mücadelesinde de Allah'ın yardımı ve desteği ile üstünlük elde etmiştir. Allah, kendisine kardeşi Harun'u bir yardımcı olarak vermesi için dua eden Hz. Musa'nın duasına icabet etmiştir. Ayrıca Allah Hz. Musa'yı mucizevi bazı olaylarla da destekleyerek, onun, Firavun'un büyücülerinin karşısında galibiyet elde etmesini de sağlamıştır. Hz. Musa da en zorlu anlarda bile Allah'ın yardımının iman edenlerle beraber olduğunu unutmamıştır. Bir taraftan Firavun'un askeri gücü tarafından takip edilirken, diğer taraftan da deniz ile karşılaşan Hz. Musa, yanındaki müminlere Allah'ın yardımının daima yanında olduğunu söylemiş ve Allah'ın mutlaka bir çıkış yolu göstereceğini hatırlatmıştır:

(Musa:) "Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. Ötekileri de buraya yaklaştırdık. Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk. Sonra ötekileri suda boğduk. (Şuara Suresi, 62-66)

Peygamberlerin hayatından bir başka örnek ise Hz. Muhammed (sav)'in müşrikler tarafından izlenirken bir mağaraya gizlenmesi sırasında yanında bir müminin olmasıdır. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in Allah'a şirk koşanların tehditi altındayken yanında destekçi bir müminin olması Allah'ın nasip ettiği kolaylıklardan bir tanesidir:

Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkar edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, Yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40)

Aslında insan, hikmet gözüyle baktığında, hayatının her anında Allah'ın kendisi için yarattığı kolaylıkları görebilir. Ancak bu gerçeği görebilen insanlar, Allah'tan korkup sakınan, Allah'a tevekkül eden, her zorlukla karşılaştığında bunun kaderinde olduğunu bilerek, tek dost ve velisinin Allah olduğuna iman edenlerdir. Allah ayetlerinde, böyle kullarını ummadıkları yerlerden rızıklandırarak onların işlerini kolaylaştıracağını bildirir:

… İşte bununla, Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilir. Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir; ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, Kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır. (Talak Suresi, 2-3)

Geniş-imkanları olan, nafakayı geniş imkanlarına göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah'ın kendisine verdiği kadarıyla versin. Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir. (Talak Suresi, 7)



Allah'ın ayetlerinde de bildirdiği gibi, Allah koyduğu hükümlere samimiyetle bağlı olanlar için mutlaka bir kolaylık yaratır. Buna iman eden müminler, hiçbir zaman zorluklar karşısında gevşeklik göstermezler.

Allah, İnşirah Suresi'nde de her zorlukla beraber bir kolaylık olduğunu ve Kendisi'nin, insanın üzerindeki yükü kaldırıp atan olduğunu şöyle müjdelemiştir:

Biz, senin göğsünü yarıp-genişletmedik mi? Ve yükünü indirip-atmadık mı? Ki o, senin belini bükmüştü; Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi? Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır. (İnşirah Suresi, 1-6)





Allah kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemez


Bir insanın hayatında karşılaştığı olaylar her ne kadar o anda ona zor gibi görünse de, aslında her biri o kişinin sabredebileceği şiddette meydana gelir. İnsanı yaratan ve ona ruh veren Allah'tır. Her insanın neye ne kadar dayanabileceğini, ne kadar yükü ve zorluğu kaldırabileceğini de en iyi Allah bilir.
Allah kimseye kaldıracağından fazlasının yüklenmeyeceğini ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağını birçok ayetiyle bildirmiştir:

Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir... (Bakara Suresi, 286) 

İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki Biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır. (Araf Suresi, 42)

Kuşkusuz her insanın sabredeceği, tevekkül göstereceği olaylar aynı olmayabilir. Çoğu insan farklı farklı olaylarla denenir. Ancak sonuçta Allah her insan için gücü oranında bir deneme kılar. Örneğin kimi insan dünyada yoksul bir hayat sürer ve yokluk içinde ne kadar sabır gösterdiği denenir. Kimi ise zenginlik ve bolluk içinde yaşar ve bu yaşam içinde ne kadar şükredici, ne kadar güzel ahlaklı olduğuyla denenir, dünya hayatına hırsla bağlanıp bağlanmadığı konusunda sınanır. Ama sonuçta zengin olan da şiddetli yokluk içinde olan da kendileri için en hayırlı hayatı yaşıyordur. Fakir olan ne kadar yokluk çekse de bu, onun için dayanılamayacak bir zorluk değildir. Aynı şekilde zengin olan ne kadar bolluk içinde olsa da bu, onun şımarık, nankör bir insan olmaya zorlayamaz. Sonuçta bu insanların Allah'a olan bağlılıkları, hesap gününe yönelik korkuları onların Kuran ahlakını yaşayan, dinin emirlerini yerine getiren insanlar olmalarını sağlar. Bu insanlar karşılaştıkları her olayda daima Allah'a yönelir, O'ndan yardım diler sadece Rabbimiz'in rızasını ararlar. Böyle insanlar hiçbir zaman zorluklar karşısında yılgınlık göstermez, sınandıkları olay ne kadar şiddetli olsa da dinden uzaklaşmazlar. Böyle Allah'a dayanıp güvenen insanlar için Allah sonsuz şefkatinin ve merhametinin bir göstergesi olarak her olayı, en zor görüneni dahi kolaylaştırır. "Kim iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını söyleyeceğiz." (Kehf Suresi, 88) ayetinde de bu bildirilmiştir. Allah bu gerçeğe başka ayetlerinde ise şöyle haber vermiştir:

Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa,
Ve en güzel olanı doğrularsa,
Biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız. (Leyl Suresi, 5-7)

Allah'a dayanıp güvenmeyenlere ise, kolay olan olaylar dahi zor gelir. Allah bu insanların nankörlüklerine, dini inkar etmelerine, Kuran ahlakından uzaklaşmalarına karşılık olarak onlara dünya hayatında daima zorluk verir:

Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse,
Ve en güzel olanı yalan sayarsa,
Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız.
Tereddi edeceği (başaşağı düşüşe uğrayacağı) zaman, malı ona hiç yarar sağlamaz.
Şüphesiz, Bize ait olan, yol göstermektir. (Leyl Suresi, 8-12)




Allah'ın yarattığı imtihan çok kolaydır


Din ahlakından uzak yaşayan insanlar hayatları boyunca kendileri için çeşitli hedefler belirlerler. Bu hedeflerin ortak noktası ise genellikle sadece dünya hayatına yönelik olmalarıdır. Örneğin uzman bir doktor, başarılı bir mühendis, iyi bir baba, çok para kazanan bir iş adamı ya da dünya çapında ünlü bir sanatçı olmak ve benzerleri, birçok insanın en büyük ideallerinden sayılabilir. Bunların dışında daha pek çok alanda insanlar başarıyı, mutluluğu ve rahat bir yaşamı elde edebilmek için çalışır, çaba sarf eder, kimi zaman çeşitli fedakarlıklarda bulunurlar ve kendilerince "bir yerlere gelmeye" çalışırlar. Ancak, tüm bunlara daldıklarında, dünyada bulunmalarının asıl amacını unutur veya görmezlikten gelirler.

Oysa her insanın tüm hayatını ve bir gün gelip de mutlaka öleceğini düşünerek, kendisine bazı sorular sorması gerekir. "Ben bu dünyada niçin varım?", "Var olmamın amacı nedir?" "(Örnek olarak) Belki iyi bir mimar olup çok sayıda bina tasarımı yaptım, zengin oldum, mal mülk sahibi oldum, bir ünvan kazandım, tanındım, ama bütün bunlar bana ne kazandırdı? Ölümümden sonra bunlardan hangisinin bir anlamı kalacak? Dünya üzerinde bıraktıklarımın bana ahirette ne gibi bir faydası olacak? Yaşamım sadece bu dünya hayatımdan mı ibaret?" İşte bunlar her insanın, kendisine ölüm gelmeden evvel sorması gereken sorulardan bazılarıdır.


Bu noktada şunu belirtmek gerekir; insanlar elbette ki meslek sahibi olacaklar, hatta mesleklerinde son derece başarılı olmayı da dileyecekler ve bunun için çalışacaklardır. Ancak bunların her birinin insanın nihai hedefi için birer araç olduklarını unutmamak da çok önemlidir. Ne var ki insanların büyük bir bölümü asıl amaçlarını unutur veya görmezden gelirler ve tüm hayatlarını aslında araç olan bu geçici geçimliklere adarlar.


Oysa her insanın çok az bile düşünse ulaşabileceği çok önemli bir gerçek vardır: Allah dünyayı da insanları da bir hikmet üzerine yaratmıştır. İnsanların yaratılış amacı Kuran'da bildirildiği üzere yalnızca Allah'a kulluk etmektir. Dünyanın yaratılış amacı ise insanların ahiretteki konumlarının belirlenmesi için bir imtihan yeri olmasıdır. Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle bildirir:


O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)


Allah insanlara dünyanın geçiciliğini ve sonsuza kadar yaşayacakları asıl mekanın ahiret olduğunu anlamalarını sağlayacak çok fazla delil vermiştir.


Örneğin dünya üzerinde yüzlerce çeşit hastalık olması, mikroskobik bir virüsün kendisinden milyonlarca kat büyük insan bedenine ölümcül bir etkide bulunabilmesi, insanın sürekli temizlenmeye, yemek yemeye, dinlenmeye ve uykuya muhtaç olması, insan ömrünün ortalama 60-70 yıl gibi çok kısa bir süre olması, zamanın insan üzerinde son derece yıpratıcı bir etkisinin olması, istisnasız herkesin sonunun mutlaka ölüm olması, hayat boyunca elde edilen malın, mülkün, itibarın, sevilenlerin arkada kalması, insan bedeninin toprak içerisinde çürüme sürecine girmesi gibi birçok neden, insanların dünya hayatının geçici ve eksikliklerle dolu, insan ruhunu asla tatmin edemeyecek bir yer olduğunu anlamaları için yeterlidir aslında. Tüm bunlar insanları dünyaya bağlanmaktan alıkoyacak çok önemli gerçeklerdir. Allah Kuran'da, dünyanın "öylesine" bir yer olarak yaratılmadığını, belirli bir hikmet üzerine var edildiğini şöyle bildirir:


Biz, bir 'oyun ve oyalanma konusu' olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık. Eğer bir 'oyun ve oyalanma' edinmek isteseydik, bunu, Kendi Katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık, böyle yapardık. (Enbiya Suresi, 16-17)


Nitekim insan biraz düşündüğünde, dünyanın sonsuza kadar kalınacak bir yer olmadığını, sadece bir deneme mekanı olduğunu, bu hayatın son durak değil, aksine kısa süreli bir uğrak yeri olduğunu, bu geçici mekanda yaşadığı her anından sorumlu tutulacağını, en önemlisi kendisini yoktan var eden Rabbimiz'e karşı bir sorumluluğu olduğunu rahatlıkla anlayacaktır.


Bu anlayışa sahip olan insanın bir aşama daha ilerleyerek şunu düşünmesi gerekir: Allah dünyada bütün insanları türlü türlü olaylarla, şerle ve hayırla denemektedir. Gün içerisinde insanın karşılaştığı tüm olaylar, aslında ölümden sonraki sonsuz hayatta bulunacağı mekanı belirleyen denemelerden oluşmaktadır. Ve Allah her insana bu denemede bir kolaylık kılmış ve ona yolunu, yani ne yapması gerektiğini gösterdiğini bildirmiştir:


Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör. (İnsan Suresi, 2-3)


Ayetlerde bildirildiği gibi, Allah tüm insanların yaşamlarında mutlaka onlar için doğru olan yolu göstermiş, din ve güzel ahlak hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlamıştır. Her insan dünyanın geçici bir yer olduğunu ve ahireti için hayatını Allah'ın hoşnut olacağı gibi yaşaması gerektiğini bir vesile ile öğrenir. Kısacası, bu dünyada yaşanan, insanların haberdar olmadıkları veya kazançlı olmak için ne yapmaları gerektiğini bilmedikleri bir imtihan değildir. Allah her çağda gönderdiği elçileri, geçmişte göndermiş olduğu kitapları ve her insanda yarattığı vicdan ile, insanlara doğru yolu gösterir ve onları yanlış olanlardan sakındırır. Allah'a iman eden, tam bir teslimiyetle teslim olan, sadece Allah'ı dost ve vekil edinen, her olayda Allah'a dönüp yönelerek O'na tevekkül eden müminler için, Allah'ın yarattığı her deneme çok kolay ve zevklidir. İmanın sırrını bilenler, Allah'a samimi olarak iman edenler için dünya hayatının hiçbir anında zorluk, sıkıntı, keder, cefa, güçlük olmaz. Her olay, Allah'a yakınlaşmak ve cenneti daha şiddetli umabilmek için bir nimete dönüşür.


Samimi imanın şartlarından biri de Allah'ı çok iyi tanımak ve bilmektir. Bir insan Allah'ı ne kadar iyi tanırsa, Allah'ın gücünü ne kadar iyi bilirse, takvası ve Allah'a yakınlığı da o kadar güçlü olur. Örneğin Allah'ın affediciliğini bilen bir insan, hiçbir zaman hatalarından veya eksikliklerinden dolayı ümitsizliğe veya karamsarlığa kapılmaz. Allah'ın rızık veren olduğuna iman eden biri, para kazanma konusunda hırs yapmaz. Rızkı verenin Allah olduğunu bilir; çalışır, çaba gösterir ama rızkın miktarını Allah'ın tayin ettiğini ve kendisinin değiştiremeyeceğini bilmenin teslimiyetini yaşar. Dolayısıyla, Allah'ı bilen ve tanıyan bir insan için dünya hayatı büyük bir kolaylık ve nimetlerle doludur; o insan her an Allah'ın bir tecellisini ve yaratışındaki bir güzelliği görerek yaşar. Kısacası Allah'a teslim olmuş salih Müslümanlar için Allah'ın yarattığı imtihan son derece kolay ve zevklidir.




15 Aralık 2014 Pazartesi

Bütün Sorunların Çözümü: İman Zafiyetini Ortadan Kaldırmak




Dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan çeşitli sorunların asıl kaynağı iman zafiyetidir. İnsanların asıl ihtiyacı olan, imanlarının kuvvetlenmesi, maneviyatlarının takviye edilmesidir. Bu durumda öncelikle yapılması gereken, iman zafiyetini ortadan kaldırmaktır.

İman eden bir insan yaşamının her anında itidalli tavırlar sergilemekle; sadece tavır ve hareketlerine değil, konuşmalarına da sürekli bir özen göstermekle yükümlüdür. Her zaman, her ortamda, yapılan her sohbette, yazılan her yazıda Allah’ın razı olacağı umulan ve Müslümana yakışır bir üslup kullanmalıdır. Özellikle yazılı ya da sözlü basın yolu ile geniş kitlelere hitap eden insanlar, bu konuda büyük bir sorumluluk altında olduklarının bilincinde olmalıdırlar. Bu kişiler Allah’ın güç ve kudretinin farkında olan bireyler olarak daima Allah’ın Şanını yüceltmeli, helal ve haram sınırlarına dikkat etmeli, din ve mukaddesatla ilgili ifadelerde saygıda kusur etmemek için son derece titiz davranmalı, sözün en güzelini söylemeye özen göstermelidirler. 

Ayetlerde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. (İbrahim Suresi, 24–25)

Güzel Sözün Teşvik Edilmesi Neden Önemlidir?


Güzel söz; insanları Allah’a çağıran, Kuran ahlakına uymaya davet eden, olaylardaki hayır yönünü vurgulayan, ümitsizliğe sürükleyici ifadelerden kaçınan sözdür. Kuran-ı Kerim’de birçok ayette, iman edenlerin güzel söz söylemeleri ve güzel söze uymaları tavsiye edilmiştir. Buna rağmen günümüzde birçok makalede olması gerekenden çok daha farklı bir üslup kullanılabilmektedir. Ağırlıklı olarak siyasi konuların işlendiği gazete ve dergilerdeki makalelerde, insanları endişeye sürükleyen, mukaddesata ait konularda saygıda kusur eden, kendince alaycı, ümitsiz, şikayetçi, sürekli olarak olumsuzlukların dile getirildiği bir üslup kullanılabilmektedir. Örneğin dünyanın birçok ülkesindeki Müslümanların maruz kaldıkları zulüm, şikâyetçi bir üslup kullanılarak, olumsuz detaylar verilerek, hiçbir çözüm yolu ortaya konmadan aktarılabilmektedir. Halbuki böyle bir üslubun kullanılması, yeterince bilgi sahibi olmayan bazı Müslümanları yılgınlığa düşürebileceğinden son derece yanlış ve tehlikelidir. İnsanlara faydası olmayan, okuyana sadece vakit kaybettiren boş ifadelerle dolu bu tarz yazıların, mevcut sorunların hiçbirine çözüm olamayacağı da açıktır.

Yazılı basında zaman zaman karşımıza çıkan bu yanlış üslup, aynı şekilde bazı televizyon programlarında da kullanılmaktadır. Birçok program genellikle hem kullanılan üslup hem de içerik olarak insanların boşa vakit geçirecekleri tarzda hazırlanabilmektedir. Birçok kanalda rekabet adı altında, aynı türden, insanları düşündürmekten ve geliştirmekten uzak programlar yayınlanmakta; insanların asıl ihtiyacı olan Allah sevgisi, iman hakikatleri, güzel ahlak gibi hayati konular ise adeta görmezlikten gelinmektedir. Bu yoğun telkin karşısında birçok insan olumsuz etkilenmekte, adeta uyuşmakta ve bu uyuşukluk hali söz konusu kişilerin hemen hemen bütün hayatlarına da etki etmektedir. İnsanlar bir süre sonra, aldıkları bu olumsuz telkinle yaşanan zulümlere ve haksızlıklara karşı ya tamamen ilgisiz kalmakta ya da sadece korku, endişe veya ümitsizlik içeren tepkiler verebilmektedirler.

İnsanları oyalayan, onları korku ve ümitsizliğe düşürüp pasifliğe iten yazı, haber ve programların yapımından bir an önce vazgeçilmelidir. Yayın politikaları, manevi hastalıklara çare olacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.

Sorunların Kaynağı İman Zafiyetidir


Şunda hiçbir şüphe yoktur ki dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan çeşitli sorunların asıl kaynağı iman zafiyetidir. İnsanların asıl ihtiyacı olan, imanlarının kuvvetlenmesi, maneviyatlarının takviye edilmesidir. Bu durumda öncelikle yapılması gereken, insanların imanlarındaki zafiyeti ortadan kaldırmaktır. 

Bazı makalelerde ve televizyon programlarında kullanılan şikayetçi üslubun temelinde de iman zafiyeti yatmaktadır. İman zayıflığından dolayı insanlar herşeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu unutmakta, olaylara hayır ve hikmet gözüyle bakamamakta, bundan dolayı şikâyet etmekte, korku ve endişeye kapılmakta, sorunlara bir çözüm getiremeyip ümitsizliğe düşmektedirler. Oysa Allah’a iman etmiş ve tam olarak teslim olmuş bir kişi, her olayda bir hayır olduğunu bilir ve içinde bulunduğu durumu, karşılaştığı her olayı bu bakış açısıyla değerlendirir. Ne kadar zorlu ve sıkıntılı olaylarla karşılaşırsa karşılaşsın sahip olduğu kuvvetli iman, onu korku ve ümitsizliğe kapılmaktan alıkoyar.

Bu nedenle, maneviyatı kuvvetlendirmeye yönelik yapılacak çalışmalar son derece önemlidir. 

İman Zafiyetini Yok Etmenin Yolları

Gazete ve dergilerin köşe yazılarında imani konular işlenmeli, yerel ve ulusal televizyon kanallarında düzenli olarak maneviyatı güçlendirecek eğitici programlar yayınlanmalıdır. İman hakikatleri, Allah’ın yaratmasındaki deliller anlatılmalıdır. İnsanlara, her olayın Allah’ın kontrolünde gerçekleştiği, her olayda hayır olduğu gerçeği devamlı hatırlatılmalıdır. Sıkça kullanılan karamsar üslup terk edilmez ve insanların imanlarını kuvvetlendirecek kültürel faaliyetler yapılmaz ise sorunlar devamlı artar, mevcut sorunlara da çözüm bulunamaz. Bir Kuran ayetinde ümitsizliğin iman etmeyen kişilere ait bir özellik olduğu şöyle bildirilmiştir:

Oğullarım, gidin de Yusuf ile kardeşinden (duyarlı bir araştırmayla) bir haber getirin ve Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez. (Yusuf Suresi, 87)

Kuran’da da açıkça bildirildiği gibi, ümitsizliğe düşmek Müslümana yakışmayacak bir harekettir. Bu yüzden iman edenlerin bilinçlendirilmesi ve imanlarının sağlamlaştırılması için Müslüman Türk Milletine özellikle de yazılı ve görsel basında görev alan kişilere büyük sorumluluk düşmektedir. Bu konumdaki insanlar yazdıkları yazılarda, hazırladıkları programlarda halkımızın maneviyatını sağlamlaştırmaya, onlara güzel ahlakı anlatmaya özen göstermeli, bunları yaparken alaycılıktan şiddetle kaçınan, mukaddesata saygılı ve Allah’ın sınırlarını titizlikle koruyan bir üslup kullanmaya dikkat etmelidirler.