24 Kasım 2014 Pazartesi

"SANA RUHTAN SORARLAR..."



 "Sana Ruh'tan sorarlar; De ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir." (İsra Suresi, 85)

Madde dışında hiçbir varlığın mevcudiyetini kabul etmeyen materyalist felsefenin hiçbir açıklama getiremediği konulardan biri insan ruhudur. İnsan, diğer canlılardan farklı olarak düşünen, anlayan, idrak eden, sevinen, heyecanlanan, karar veren, muhakeme ve yargı yeteneği olan, estetik zevkine sahip, tasarım yapabilen bir varlıktır.

Madde dışında hiçbir varlığın mevcudiyetini kabul etmeyen materyalist felsefenin hiçbir açıklama getiremediği konulardan biri insan ruhudur. İnsan, diğer canlılardan farklı olarak düşünen, anlayan, idrak eden, sevinen, heyecanlanan, karar veren, muhakeme ve yargı yeteneği olan, estetik zevkine sahip, tasarım yapabilen bir varlıktır. Ancak insanı atom yığını olarak gören materyalistler, bu özelliklerin kaynağının ne olduğunu hiçbir zaman açıklayamazlar. Çünkü düşünen, akleden ve kavrama yeteneğine sahip olan varlığın, şuursuz ve cansız atomlar olamayacağı açıktır. İnsana tüm bu özelliklerini kazandıran, onu diğer canlılardan farklı kılan, Allah'ın ona Kendisinden üflediği Ruh'tur.

NASIL GÖRÜYORUZ?

Yaşadığımız dünya ile ilgili tüm bilgilerimiz bize beş duyumuz aracılığı ile ulaşır. Gözümüzün gördüğü, elimizin dokunduğu, burnumuzun kokladığı, dilimizin tattığı, kulağımızın duyduğu bir dünyayı tanırız. Doğumumuzdan itibaren bu duyulara bağlı olduğumuz için "dış dünya"nın, duyularımızın bize tanıttığından farklı olabileceğini hiç düşünmemişizdir. Görme çok aşamalı bir biçimde gerçekleşir.

Görme sırasında, herhangi bir cisimden gelen ışık demetleri (fotonlar), gözün önündeki lensin içinden kırılarak geçer ve gözün arka tarafındaki retinaya ters olarak düşerler. Buradaki hücreler tarafından elektrik sinyaline dönüştürülen görme uyarıları, sinirler aracılığı ile, beynin arka kısmındaki görme merkezi adı verilen küçük bir bölgeye ulaşırlar. Bu elektrik sinyali bir dizi işlemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü olarak algılanır. Yani görme olayı, gerçekte beynin arkasındaki küçük, ışığın hiçbir şekilde giremediği, kapkaranlık bir bölgede yaşanır. Şimdi genelde herkesçe bilinen bu bilgi üzerinde bir kez daha dikkatlice düşünelim:

Biz, "görüyorum" derken, aslında gözümüze gelen uyarıların elektrik sinyaline dönüşerek beynimizde oluşturduğu "etkiyi" görürüz. Yani "görüyorum" derken, aslında beynimizdeki elektrik sinyallerini seyrederiz. Hayatımız boyunca gördüğümüz her görüntü bir kaç cm3'lük görme merkezinde oluşur. Okuduğunuz bu satırlar da, ufka baktığınızda gördüğünüz uçsuz bucaksız manzara da, bu küçücük yerde meydana gelmektedir. Bu arada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta daha vardır. 

Kafatası ışığı içeri geçirmez, yani beynin içi kapkaranlıktır. Dolayısıyla beynin ışığın kendisiyle muhatap olması asla mümkün değildir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder