28 Ağustos 2014 Perşembe

İmanlarına Zulüm Karıştıranlar



İmanlarını zulümle karıştıranlardan Kuran'da 'iman eden insanların arasında yaşayan bir grup' olarak bahsedilir. 'İmanı zulümle karıştırma'nın anlamı, insanın Allah'ın yüceliğini, hak dinin üstünlüğünü kavramasına, dünya ve ahiret kurtuluşu için Kuran'a uymaktan başka bir yol olmadığını anlamasına rağmen cahiliye ahlakından tam olarak kopamamış olmasıdır.

İmanına zulüm karıştıranlar imanı yaşamakla birlikte, nefisleriyle çatışan bir durum olduğunda ya da zorlukla karşılaştıkları anlarda, Kuran ahlakına uygun bir tavır sergilemek yerine dini yaşamayan insanların tavırlarını gösterebilmektedirler. Allah Kuran'da, bu yönde tavır sergileyen kişilerin durumu ile ilgili olarak bize şöyle bildirmektedir:

"Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir?" (Maide Suresi, 50)

Burada ele aldığımız kimseler, Kuran'ın hükümlerinin pek çoğunu uygulayıp zaman zaman mümin tavrı gösterebilirler. Ancak bazı konuların Kuran'a göre yanlış olduğunu anlamak istemeyebilir ya da bunu gereği gibi kavrayamamış olabilirler. Müslüman olarak yaşadıkları halde, Kuran ahlakına uygun olmayan bazı inanç ve davranışların Kuran'a aykırı olduğunu fark edemeyebilirler. Örneğin birçok insan duygusallığın Kuran ahlakına uygun bir davranış olmadığını anlamaz ya da bunu anlamazlıktan gelir.

Sözgelimi bir yakının ölümü üzerine, Müslüman bir kişi onun yok olmadığını, sonsuz hayatı için yeni bir başlangıç yaptığını düşünür ve eğer bu yakını mümin ise onun için cenneti umarak sevinç duyar. Ayrıca ölüm Allah'ın bir takdiridir ve Allah her olay gibi ölümü de hayırla yaratır. Dolayısıyla mümin, bir yakını dahi olsa, onun ölümünde hayırlar olduğunu bilir ve Allah'ın takdirine razı olduğunu gösteren bir tavır içerisinde olur. Ne var ki birçok insan bu gerçeği bilmesine rağmen, bir yakınının ölümü karşısında, duygusal davranarak aşırı tepkiler verebilmektedir. Bu gibi tepkiler söz konusu kişilerin -her ne kadar aksini iddia etseler de- Kuran ahlakından uzak olduğunu gösteren delillerdendir.

İman İçinde Cahiliye Hayatı Yaşamamak

Allah Kuran'da iman edenlere güzel bir hayat müjdelemiştir:

"Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz." (Nahl Suresi, 97)

Allah'ın Kuran'da müjdelediği sonsuz cenneti isteyen her insanın gizli ya da açık, cahiliye ahlakından kalan her ne özelliği varsa bunları terk etmesi ve bunun yerine Kuran'a uygun davranması ana çözümdür. Allah'a iman eden ve Kuran'a uyan her mümin, Kuran'a daha samimi yaklaşmalı ve ayetlerde anlatılan mümin ahlakına ters düşecek her türlü tavırdan ya da düşünceden kurtulmalıdır. Kuran ile bildirilen gerçekleri sadece teorik olarak bilmeyi yeterli görmemeli, bunları pratik hayatta da her an hissetmeli ve yaşamalıdır. Allah'ın her yeri sarıp kuşattığını, insanın içinden geçen gizli-saklı tüm niyetlerini bildiğini, gizli samimiyetsizlikleri de gördüğünü unutmamalıdır. Daima Allah korkusunu hissederek yaşamalı ve Kuran ahlakına uymayan davranışlarını düzeltmelidir. Aksi halde yani olumsuz davranışları kendisinde barındırarak yaşamını sürdürürse hiçbir zaman gerçek manada iman etmiş olmayacaktır. Allah Kuran'da şöyle buyurur:

"İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir." (Ankebut Suresi, 2–3)

Müslüman bir insan belirli ibadetleri yerine getirmeyi yeterli görerek eksik olan yönlerini ihmal etmemeli, Allah'ın gerçekten iman etmeyen kimselere her an amansız bir azap vermeye kadir olduğunu, er ya da geç her insanın öleceğini ve tüm yaptıklarından hesaba çekilip, ahirette ona göre bir karşılık alacağını düşünmelidir. (Harun Yahya, Adamlık Dini)

İmanını zulümle karıştırmayan, Kuran ahlakına uygun yaşayan bir insanın dünyada alacağı karşılık da güzel olacaktır. Olayların hayrını düşünmek ve sonsuz akıl sahibi olan Allah'ın takdirine teslim olmak, insanlara daimi ve gerçek mutluluğu kazandırır. Bu mutluluk, Allah'ın sadece gerçek imana sahip, samimi müminlere verdiği bir nimettir.

İman etmiş olmanın ve imana zulüm karıştırmamanın sonucunda, Allah insan için güvenlik ve hidayet de sağlayacaktır. Rabbimiz bunu bir ayetinde şöyle bildirir:

"İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir." (En'am Suresi, 82)




Kalplerdeki Samimiyetsizlik Nasıl Teşhis Edilir?



Samimiyetsizlik niçin insanları fiziksel ve ruhsal olarak tahrip eder? 

Müminler iman etmeyen insanların samimiyetsiz tavırlarını nasıl deşifre ederler?

Samimiyetsiz insanlar, bu kötü ahlak özelliklerini müminlerden neden gizleyemezler?

Samimiyet, Allah'a karşı dürüst olmaktır. Allah'ın “sinelerin özünde” olanı bilen olduğunu unutmayıp, hiçbir çıkar hesabı içinde olmadan, kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmadan, sadece Allah rızasını gözeterek hareket etmektir. Kalpte yaşanmadığı takdirde hiçbir şekilde taklit edilemeyen samimiyet, namaz kılmak oruç tutmak gibi taklit edilebilir mümin özelliklerinden oldukça farklı olarak sadece Allah korkusu olan müminlerin sahip olduğu önemli bir özelliktir.

Bu yüzden ruh hali olarak, göründüğünden farklı bir niyet taşıyan samimiyetsiz insanlar, sahip oldukları bu durumu gizleyebilmek için ellerinden gelen herşeyi yapabilirler. Yaşam tarzları, tavırları ve konuşmalarıyla, yaptıkları işlerde müminlerin hayatını çok andıran bir yaşam da sürdürebilirler. Allah rızasına uygun olmayan bu niyetlerini uzun süre gizlice sürdürebildiklerini zannedebilirler. Çünkü onlara göre durumlarını insanlara haber veren bir delil yoktur. Ne var ki ortada elle tutulur bir delil olmasa da, samimiyetsiz kişilerin birçok noktada salih müminlerden farklı bir ruh hali içerisinde oldukları kolayca anlaşılabilir. 

Samimiyetsizlik Nasıl Açığa Çıkar?

Samimiyetsiz tavır, Kuran ahlakının dışında bir yaşam çizildiğinde ortaya çıkar. Bu da kişileri Allah'ın rızasını değil, insanların rızasını gözeten dolayısıyla kayıpta olan bir yaşama sürükler. Kimi insanlar karşılarındaki kişileri etkilemek için yapmacık tavırlara başvururlar. Karşılarındaki kişinin en çok hangi tavırlardan, hangi düşüncelerden etkileneceğini düşünüyorlarsa, içlerinden gelmediği ya da o şekilde düşünmedikleri halde, karşı tarafı hoşnut edebilmek için o şekilde görünmeye çalışırlar. Her insanın birbirinden çok farklı karakter özelliklerine sahip olması nedeniyle de, herkesin yanında farklı bir kişiliğe bürünmeye, farklı tavırlar sergilemeye, farklı düşünceleri savunuyormuş gibi görünmeye çalışırlar. Oysa bu samimiyetsiz yaklaşım onları ikiyüzlü davranmaya yöneltir. Öte yandan içten gelmeyen bu yapmacık tavırlar, kişinin gerçek karakterini yansıtmadığı için karşı taraf üzerinde de beklenilen etkiyi oluşturmaz. Hatta tam tersine iticilik, soğukluk ve uzaklık meydana getirir. Bu kişinin gerçek kişiliğini gizlediğini ve her tavrının yapmacık olduğunu bilmek, karşısındaki kişi üzerinde bir tedirginlik ve güvensizlik oluşmasına neden olur.

Çok yardımsever izlenimi veren bir insan düşünelim. Bu kişi çevresi tarafından davranışlarıyla takdir toplayabilir. Elbette yoksulları koruyup gözetmesi, malını onlarla paylaşması, zor durumda olana yardım elini uzatması Kuran ahlakına uygun güzel davranışlardır. Ancak o kişi bunu “ne iyi adam” desinler mantığıyla yapıyorsa, Allah'ın rızasını değil kul rızasını gözetiyor demektir. Nitekim bu kişi yaptığı iyilikleri bir şekilde insanlara belli etmeye çalışacaktır. Ancak her ne kadar açıkça söylemese de bu tür samimiyetsiz tavırları müminler tarafından hissedilecektir. 

Müminler Samimiyetsiz İnsanları Nasıl Teşhis Ederler?

Müminler samimiyetsiz insanları Allah'ın bir nimet olarak verdiği feraset (anlayış) duygusu ile teşhis ederler. Bir tavrın teşhis edilmesinde genellikle somut deliller gerekir. Ancak samimi müminler ortada somut deliller olmasa da ferasetleri ile karşı tarafın samimiyetini ya da samimiyetsizliğini hissedebilirler. Çünkü samimiyetsizlik genel bir ruh halidir. Tek tek davranışlarda göze batan bir şey olmasa da içinde bulunulan ruh halinin ister istemez dışa yansıması müminde bir kanaat oluşturur. Bu kişilerin Kuran ahlakından uzak ve olumsuz ruh hali içinde olmaları ve müminler gibi samimi, huzurlu bir ruh taşımamaları da bu kanaata yardımcı olmaktadır. Özellikle konuşmalarındaki farklılık, kullandıkları üslup ruh hallerinin en belirgin dışa yansımasıdır. Müminlerle hemen hemen aynı konuşmaları yapıyor olsalar da üsluplarında bir farklılık olduğu sezilir. Örneğin ses tonlarında genellikle rahatsızlık hissini belli eden bir gerilim vardır. Ayrıca konuşmaları dikkatle dinlenirse çoğu zaman nefsi ön plana çıkartan, dünya hayatının hedef alındığını belli eden, Allah korkusu ve Allah rızasını esas almayan ifade tarzları da kolayca hissedilebilir. Yüce Allah bir ayette bu gibi insanların tanınabileceğini şöyle bildirmektedir: 

"Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir." (Muhammed Suresi, 30)

Samimiyetsizliğin Karanlık Dünyası Terk Edilebilir

Samimiyetsiz bir insanın içinde bulunduğu ruh halini müminlerden saklaması, Allah'ın dilemesiyle pek mümkün olmaz. Böyle bir durumda kişinin yapması gereken kalbinde eksik ya da hatalı olan her ne varsa saklamak değil, düzeltmeye çalışmak ve bunun için Allah'a dua etmektir. Bu durumda müminlerin de desteğini alarak, hatalarını telafi edip samimiyeti kazanması çok daha kolay olacaktır. 

Ayrıca belirtmek gerekir ki müminler hiçbir zaman hata ve kusur arayan bir bakış açısı içinde olmazlar. Bir kişinin samimiyetsiz tavırlarının olması bu kişiye olumsuz bir bakış açısı ile bakmalarına neden olmaz. Aksine affedici olup bu tavırları düzeltme niyetiyle değerlendirirler. Ben müminim diyen bir kişinin samimi olduğunun kabul edilmesi gerekir. Aksini düşünmek, o kişiyi samimiyetsizlikle itham etmek yanlış bir tavırdır. Rabbimiz bir ayette şöyle buyurmaktadır: 

"Ey iman edenler, Allah yolunda adım attığınız zaman gerekli araştırmayı yapın ve size selam verene, dünya hayatının geçiciliğine istekli çıkarak: "Sen mümin değilsin" demeyin. Asıl çok ganimet, Allah Katındadır, bundan önce siz de böyle idiniz; Allah size lütufta bulundu. Öyleyse iyice açıklık kazandırın. şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır." (Nisa Suresi, 94)

Başkalarında gördüğü samimiyetsizliği düzeltilemez bir hata gibi gören bir insan geçmişte aynı hataları kendisinin de yapmış olabileceğini düşünmelidir. Samimiyetsiz tavırlar söz konusu olsa bile, zamanla bunların düzelebileceği ve “Allah kime hidayet verirse o artık hidayeti bulmuştur…” (Araf Suresi, 178) ayetiyle bildirildiği üzere Allah'ın dilemesiyle her zaman için samimi bir mümin olunabileceği hiçbir zaman unutulmamalıdır.

Kuran ahlakını yaşayan bir insan samimiyetsiz tavırlardan titizlikle kaçınır, çünkü kalbinde Allah korkusu vardır. Hiçbir zaman küçük menfaatler uğruna insanların hoşnutluğunu kazanmaya çalışmaz. Tüm bunların, insanı hem Allah Katında hem de insanların gözünde küçük düşürecek seviyesiz tavırlar olduğunu bilir ve buna hiçbir zaman tenezzül etmez.



5 Ağustos 2014 Salı

Yüce Allah İnkarcıların Tutumunu Ayetlerle Haber Vermiştir


İnkarcıların Allaha karşı mücadele için çaba harcamaları Allahın yarattığı bir mucizedir
Yüce Allah, Kuran ahlakına göre yaşamak istemeyen bazı inkarcıların mutlaka tüm güçlerini Allah’a ve Müslümanlara karşı mücadele için kullanacaklarını Kuran’da haber vermiştir. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir:

Gerçek şu ki, inkar edenler, (insanları) Allah'ın yolundan engellemek için mallarını harcarlar; bundan böyle de harcayacaklar. Sonra bu, onlara yürek acısı olacaktır, sonra bozguna uğratılacaklardır. İnkar edenler sonunda cehenneme sürülüp toplanacaklardır. (Enfal Suresi, 36)
Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)

Allah, tevbelerinizi kabul etmek ister; şehvetleri ardınca gidenler ise, sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler. (Nisa Suresi, 27)

Onlar, dünya hayatını ahirete tercih ederler, Allah'ın yolundan alıkoyarlar ve onu çarpıtmak isterler (veya onda çarpıklık ararlar). İşte onlar, uzak bir sapıklık içindedirler. (İbrahim Suresi, 3)
Şehirde dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar ve dirlik-düzenlik bırakmıyorlardı. Kendi aralarında Allah adına and içerek, dediler ki: "Gece mutlaka ona ve ailesine bir baskın düzenleyelim, sonra velisine: Ailesinin yok oluşuna biz şahid olmadık ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz, diyelim." Onlar hileli bir düzen kurdu. Biz de (onların hilesine karşı) onların farkında olmadığı bir düzen kurduk. (Neml Suresi, 48-50)

Yeminlerinin olanca güçleriyle, kendilerine bir uyarıcı-korkutucu gelecek olsa, ümmetlerinin herhangi birinden mutlaka daha doğru olacaklarına dair, Allah'a and içtiler. Ancak onlara bir uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu,) nefretlerinden başkasını artırmadı. (Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın. (Fatır Suresi, 42-43)

Ey iman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz. Sizler, işte böylesiniz; onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Siz Kitab’ın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında "inandık" derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: "Kin ve öfkenizle ölün." Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. Size bir iyilik dokununca tasalanırlar, size bir kötülük isabet ettiğindeyse buna sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların 'hileli düzenleri' size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır. (Al-i İmran Suresi, 118-120)

İnsanlardan kimi, hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışır-durur. Allah'ın yolundan saptırmak amacıyla 'gururla salınıp-kasılarak' (bunu yapar); dünyada onun için aşağılanma vardır, kıyamet günü de yakıcı azabı ona taddıracağız. (Hac Suresi, 8-9)

Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiçbir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur. (Lokman Suresi, 20)

…Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli-çağrılarda bulunurlar. Onlarla itaat ederseniz şüphesiz siz de müşriklersiniz. (En’am Suresi, 121)

Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanladı ve kendilerinden sonra (sayısı çok) fırkalar da. Her ümmet, kendi elçilerini (susturmak için) yakalamaya yeltendi. Hakkı, onunla yürürlükten kaldırmak için, 'batıla-dayanarak' mücadeleye giriştiler. Ben de onları yakalayıverdim. Artık Benim cezalandırmam nasılmış? (Mü’min Suresi, 5)

"Ki onlar, Allah'ın ayetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın mücadele edip dururlar. (Bu,) Allah Katında da, iman edenler katında da büyük bir öfke (sebebi)dir. İşte Allah, her mütekebbir zorbanın kalbini böyle mühürler." (Mümin Suresi, 35)

İnkarcılar Bu Hayata Dair Geçici Zevklerden Asla Zevk Alamazlar

İnkarcıların Allaha karşı mücadele için çaba harcamaları Allahın yarattığı bir mucizedir
Yüce Rabbimiz Kuran’da, bu dünya hayatını, bir süs, geçici bir meta, kısa süreli bir yararlanma, bir oyun ve oyalanma konusu olarak yarattığını belirtir. Allah’ı ve ahireti inkar ederek yalnızca bu dünya için yaşadıklarını iddia eden insanların, ilk bakışta dünya hayatının süs ve geçici zevklerinden faydalandıkları, dünya hayatını arzuladıkları şekilde zevk ve mutluluk içinde yaşadıkları düşünülebilir. Oysa gerçekte durum hiç de böyle değildir.


Dünyadaki hayatını anı anına yaşamak adına Allah’ı inkar içinde olan insanlar için bu dünya aslında korku ve dehşet yeridir. Bu insanlar yaşadıkları her an bir gün yok olacaklarını düşünerek endişe içindedirler. Ölen bir sinek bile onlara eninde sonunda buluşacakları ölümü hatırlatır. Ölüm onlar için dehşetlerin en büyüğüdür. Çünkü kendilerine göre tek sahip oldukları dünya ellerinden gidecek ve varlıklarından eser kalmayacaktır. Böyle bir bilgiye sahip bir insanın yaşadığı andan zevk alabilmesi nasıl mümkün olabilir? Elbette mümkün olmamaktadır.
Yok olup gideceğini düşünen bir insan bu dünyada ona zevk vermesi gereken her şeyden aslında büyük bir huzursuzluk duyar. Kantar kantar altını olsa, buna sahip olmak da, bunları harcamak da mutlaka ona acı ve sıkıntı verecektir. Müzik dinlemek, yemek yemek, eğlence yerlerinde vakit geçirmek, tatile gitmek, seyahat etmek, bir lokantada arkadaşlarıyla vakit geçirmek, evlenmek, ev, araba, arsa vs satın almak, kısaca dünyada sahip olacağı her nimet, onu mutlaka rahatsız edecektir. Tesadüfen meydana geldiğine ve her şeyin başıboş ve kontrolsüz olduğuna inandığı için akıl almaz bir sıkıntı ve kaygı içinde olur. Yok olma duygusu zaten tüm kaygıların üstündedir. Sadece bir an için bile, yok olup gideceğini aklına getirse, o mutlaka mutluluğunu götürecektir. Yaşadığı o anın, o hayatın hiçbir anlamı kalmayacaktır. Kendisine mutluluk vereceğine inandığı şeyler bu düşüncesiyle birlikte onu öfkelendirmeye başlayacaktır. Müzik onu kızdıracak, eğlence ortamları kızdıracak, mal biriktirmek kızdıracaktır. İnsanlara hava atmak için aldığı arabasına binmek, güzel bir manzara görmek, evi, evinin dekorasyonu, hatta eşi, çocuğu ve yakın akrabaları dahi onun için hep kızdırıcı, neşe kaçırıcı birer unsur haline gelecektir. İnandığı o yok oluş anına her saniye biraz daha yaklaşmaktadır. Dolayısıyla her geçen an onun için daha fazla korku, daha fazla kaygı ve daha fazla kızgınlık sebebidir.

Yüce Rabbimiz, inkarcıların dünyaya ait zevklerini tüketirken aslında büyük bir sıkıntı içinde olduklarını bir ayette şöyle haber verir:

Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. (Enam Suresi, 125)

Bir başka ayette ise Rabbimiz, içinde bulundukları dehşet ve sıkıntı nedeniyle bu kişilere cehennem azabının bir kısmının dünyada yetişmiş olduğunu haber vermektedir:

Derler ki: "Eğer doğruyu söylüyor iseniz, bu va'dolunan (azab) ne zaman?" De ki: "Belki de acele etmekte olduğunuzun (azabın) bir kısmı size yetişmiştir bile." (Neml Suresi, 71-72)

Zevk ve mutluluk ancak Allah sevgisi ile mümkün olur. Bir insan müzikten, insandan, çiçekten, güzel bir manzaradan, yaşadığı ortamdan, eğlenceden, dostluktan, alışverişten, sohbetten ancak içindeki iman neşesi ile zevk alabilir. Bütün bunların ona zevk verebilmesi için içinin rahat olması, vicdanının huzurlu olması şarttır. Kalbi ve vicdanı rahat olmayan bir insanın gerçek anlamda mutlu olabilmesi, zevk alabilmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. İman neşesi ise ancak Allah'ı çok seven, Allah'tan çok korkan, yaşadığı her anın Allah'ın lütfu olduğunu bilen bir insanın Allah’a karşı vicdanının rahat, içinin huzurlu olması ile mümkün olabilir.




Aslında her insan bu bilince sahiptir. İnkar edenler de dahil her insan vicdanına göre davranması gerektiğini çok iyi bilir. Vicdanın sesini Yüce Allah kendilerine ilham eder. Fakat bu insanlar, vicdanlarının sesine rağmen doğru olanı seçmediklerinden hiçbir zaman iç huzuruna ve mutluluğuna kavuşamamaktadırlar. Tam tersine yaşadıkları şey sürekli olarak korku, kaygı, endişe ve hüzündür.

Dünya Hayatını Korku İçinde Yaşayan İnkarcıların, Allah’a ve Müslümanlara Karşı Mücadeleye Güç Bulabilmeleri Bir Mucizedir

İnkarcıların Allaha karşı mücadele için çaba harcamaları Allahın yarattığı bir mucizedir

Yukarıda açıkladığımız Yunus Suresi 21. ayette de görülebileceği gibi, kendilerine nimet verilen inkarcılar hemen Allah’ın ayetlerine yönelik bir düzen kurmak, Müslümanları kendilerince güçten düşürmek için çaba gösterme peşine düşmektedirler. Diğer ayetlerde de görülebileceği gibi bu inkarcılar Hakka karşı büyük ve geniş çaplı bir mücadele içine girerler. 

Amaçladıkları gibi zevkleri peşinde koşacakları yerde, ayette “Gerçek şu ki, inkar edenler, (insanları) Allah'ın yolundan engellemek için mallarını harcarlar; bundan böyle de harcayacaklar” şeklinde bildirildiği gibi, bütün maddi ve manevi olanaklarını Müslümanlara karşı kullanırlar. (Enfal Suresi, 36) Kendi akıllarınca Müslümanları yenilgiye uğratabilmek, Kuran ahlakının yeryüzüne hakim olmasını engelleyebilmek için en değer verdikleri dünyevi metalarını, mallarını, imkanlarını harcamaktan çekinmezler. Tek sahip olduklarının dünya hayatı olduğunu zannetmelerine rağmen sahip oldukları bütün vakitlerini Müslümanlara tuzak kurmak, onlara karşı entrika çevirmek için kullanmakta sakınca görmezler. Bütün enerjilerini, Müslümanlara karşı kötülük tasarlamakla geçirebilirler. İşte bu, gerçekten büyük bir mucizedir.

Kuran ahlakına karşı mücadele eden bir insanın tüm bunlara gücünün yetmemesi gerekir. Yaşadığı bu sınırlı hayatta, bir gün mutlaka yok olacağı endişesi ile hiçbir zaman rahat olamaması gerekir. Sürekli içinde bu huzursuzluğu yaşadığı için Müslümanlara yönelik bir karşı çabaya girişememesi gerekir. İmansız olduğundan, ahirete inanmadığından, Allah’a dayanıp güvenmediğinden ve bunların sonucunda sürekli korku ve tedirginlik içinde yaşadığından bu kişiden kendi canını kendince değerli görmesi beklenir. Dolayısıyla ölümden de şiddetle korkması beklenir. Elindeki yegane dünyevi değerlerini, parasını ve diğer imkanlarını Müslümanları güçsüz kılmaya çalışmak için harcamaması, entrika çevirmeye vakit ayıramaması, böylesine bir işe takat getirememesi gerekir. Böyle bir insandan beklenen zihnini uyuşturup kendince eğlenceye dalması, kalan vaktini kendini dünyevi zevklerle oyalayarak geçirmesidir. Fakat bunu yapamamaktadırlar.

Çünkü Allah onları Müslümanlarla mücadele etmeleri için özel olarak yaratmıştır. Bu onların kaderlerindeki görevidir. Bu insanların bütün korkularına rağmen tüm dünyevi imkanlarını Allah’a ve Allah taraftarlarına karşı mücadele için harcamaları, ölümden bu kadar dehşetle korkarken Müslümanları yok etmek uğruna onlara karşı mücadeleye girmeyi göze almaları, Allah’ın onları imtihanın bir gereği olarak, özel bir yaratılışla yarattığının çok açık delilidir. Ayette belirtildiği gibi, bu özel yaratılışın bir gereği olarak Müslümanlara düzen ve tuzak kurmak, bu insanlara süslü-çekici gösterilmiştir:

…Hayır, inkar edenlere kendi hileli-düzenleri süslü-çekici gösterilmiştir ve onlar (doğru) yoldan alıkonulmuşlardır. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur. (Rad Suresi, 33)

İnkarcıların Tuzakları Dağları Yerinden Oynatacak da Olsa Bozguna Uğrayacak Şekilde Yaratılmıştır

İnkarcıların Allaha karşı mücadele için çaba harcamaları Allahın yarattığı bir mucizedir
Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah Katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır. (İbrahim Suresi, 46)

İnkarcıların Allaha karşı mücadele için çaba harcamaları Allahın yarattığı bir mucizedirYüce Allah’ın Adetullahına göre, Allah dostu salih müminler her zaman güçlü ve üstündürler. İnkarcıların bilmedikleri en büyük sırlardan biri, hiçbir zaman Allah’ın taraftarlarını yenilgiye uğratamayacaklarıdır. İşte bu nedenle bu kişiler, istedikleri düzeni kursunlar, istedikleri karanlık planı düzenlesinler, hiçbir zaman kendilerini bekleyen zorlu karşılıktan kurtulamayacaklardır. Elbette Allah onları her yönden sarıp kuşatmıştır. Tüm gücün Sahibi Yüce Rabbimiz karşısında elbette ki acizdirler. Allah yolunda çaba gösteren Müslümanlara yaptıklarının karşılığını mutlaka alacaklardır. Cenab-ı Allah ayetlerinde şöyle bildirir:

Artık 'kötülüğü örgütleyip düzenleyenler', Allah'ın, kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya şuuruna varamayacakları yerden azabın gelmeyeceğinden emin midirler? Ya da onlar, dönüp-dolaşmaktalarken, onları yakalayıvermesinden (mimindirler?) Ki onlar (bu konuda Allah'ı) aciz bırakacak değildirler. Veya onları bir korku üzerinde yakalayıvermesinden (mi emindirler)? Öyleyse Rabbin, gerçekten şefkatli ve merhamet sahibidir. (Nahl Suresi, 45-47)
Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar. (Casiye Suresi, 21)

Ve Allah salih Müslümanlara müjdeler:

Sabret; senin sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir. Onlar için hüzne kapılma ve kurmakta oldukları hileli-düzenlerden dolayı sıkıntıya düşme. Şüphesiz Allah korkup-sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir. (Nahl Suresi, 127-128) 


Allah’ın ayetlerine karşı mücadele yürüten insanlara sevgi beslememek



Müminin bütün değer yargıları Kuran ve sünnet üzerine kuruludur. Sevgi de bunlardan biridir. Mümin ancak Allah'ı ve Allah'ın sevdiklerini sever. Allah'ın ve müminlerin düşmanlarına karşı ise asla sevgi beslemez. Bu, Kuran'da Allah'ın belirlediği net ve kesin bir ölçü olmakla birlikte, samimi bir mümin zaten imanının doğal bir sonucu olarak başka türlü hissedip davranamaz. Bunu içinden gelerek samimi bir şekilde yapar. İmanının şiddeti ölçüsünde, Allah'a ve müminlere duyduğu sevginin şiddeti de artar. Bu yüzden, isterse en yakınları için olsun, müminin bu ölçünün dışında bir bakış açısına sahip olması mümkün değildir. Ayette bu durum şöyle açıklanır:

Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir… (Mücadele Suresi, 22)

Ancak herşeye rağmen, zaman zaman, Kuran'ın hükümlerini yeni öğrenen, imanla, İslam'la yeni tanışmış kişilerde geçmişlerindeki hatalı sevgi ve dostluk anlayışını sürdürme eğilimi olabilir. Genelde bilgi eksikliğinden ve imani bakış açısının henüz tam olarak kalbe yerleşmemiş olmasından kaynaklanan bu tutumun ne derece yanlış olduğu Kuran'da şöyle bildirilir:

Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cehd etmek (çaba harcamak) ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp-sapmış olur. (Mümtehine Suresi, 1)

Ayetteki bu açık ve net uyarıdan sonra hala eski sevgi anlayışını sürdüren, Kuran'a uygun değer yargılarını benimsemeyen bir kimsenin, yolun ortasından şaşırıp-sapacağı bildirilmiştir. Eğer kişi bu sapkın ruh halini gizleyip de birtakım çıkarlar doğrultusunda müminlerin arasında tutunmaya çalışırsa da, Allah bunu er ya da geç ortaya çıkaracaktır. Bir ayette şu şekilde bildirilmektedir:
Yoksa siz, içinizden cehd edenleri (çaba harcayanları) ve Allah'tan ve resulünde ve müminlerden başka sır-dostu edinmeyenleri Allah 'bilip (ortaya) çıkaradan' bırakılıvereceğinizi mi sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Tevbe Suresi, 16)


İnkarcıların Allah’a karşı mücadele için çaba harcamaları Allah’ın yarattığı bir mucizedir

 



İnkarcıların Allaha karşı mücadele için çaba harcamaları Allahın yarattığı bir mucizedirEğer bir insan Allah’ı inkar ediyor, Yaratılış'a inanmıyorsa, bu dünyanın bir sonunun olacağına ve ölüm ile birlikte yepyeni bir yaratılışla yaratılıp sonsuza dek var olacağı gerçeğine inanmak istemiyorsa, tüm sahip olduğunun bu dünyadan ibaret olduğunu sanıyorsa, o zaman bu insan, dehşetli ve ürkütücü bir bekleyiş içindedir. Kendisi bu durumun farkında değilmiş gibi görünmeye çalışır. Amacının dünyanın tadını çıkarmak olduğunu iddia eder. Yarını düşünmediğini, yalnızca anı yaşadığını savunur. Oysa bilinç altında daima “yok olma”nın endişesi vardır. Mutlak varlığına inandığı bu dünya hayatı gitgide kendisini terk etmektedir. Ölüm yaklaşmaktadır. Ölümün sonrasında ise, kendi batıl inancına göre, yalnızca bir yok oluş vardır. Bu, o kişi için gerçek anlamda dehşete düşürücüdür.

Allah’ı inkar içinde olan bir insanın yaşadığı dehşet, yalnızca yok olma korkusu ile sınırlı değildir. Yaratılış'ı reddeden, her şeyin sözde tesadüflerle var olduğunu zanneden, dolayısıyla kendisinin de bu evrenin de başıboş olduğu yanılgısına inanan bir insan için her şey aynı şekilde dehşet vericidir. Ayaklarının altında içi kaynayan bir mağmayı örten ince bir kabuk durmaktadır, Dünya ise uzay boşluğunun içinde büyük bir hızla dönüp durmaktadır. Eğer inandığı gibi her şey tesadüfi ise, dünyaya her an bir göktaşının çarpma ihtimali, her an derin ve büyük sarsıntılarla yeryüzünün tümünün yerle bir olma ihtimali kaçınılmazdır. Dünyada yaşamı elverişli kılan milyarlarca hassas ayar ve dengenin herhangi biri herhangi bir şekilde ortadan kalkabilir. Dolayısıyla böyle bir insan için hemen her şey tehlikedir, bir dehşet sebebidir. Tesadüfen attığına inandığı kalbi, tesadüfen vücuduna besin taşıdığına inandığı damarları, tesadüfen gördüğüne inandığı gözleri her an tehlike altındadır.
Bu insanlar, sahip oldukları tek şeyin bu dünya hayatı olduğuna inanan, ayette belirtildiği gibi "O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz." (Müminun Suresi, 37) diyen kişilerdir. Bu çarpık mantığa sahip insanların inkarının amacı ise, her ne kadar dehşet ve korku içinde yaşıyor olsalar da, yalnızca dünya hayatından mümkün olduğunca faydalanabilmektir. Dolayısıyla böyle bir insanın, yine tüm imkanlarıyla, kendince yok olmadan önce, tüm imkanlarını başıboş zannettiği dünyada canlı kalabilmek için seferber etmesi ve yalnızca bu doğrultuda çaba göstermesi beklenir. Fakat öyle olmamaktadır. Bu insanların büyük çoğunluğu, imkanlarını hayatta kalabilmek veya dünya zevkleri için değil, MÜSLÜMANLARLA MÜCADELE İÇİN SEFERBER EDERLER. Bu gerçekten de şaşılacak bir durumdur. Dünya hayatında edindikleri bütün görünürdeki gücü, parayı, imkanı, kısaca Allah'ın kendilerine verdiği her şeyi YALNIZCA Allah’a ve dine karşı mücadele edebilmek için, kendilerince Müslümanları güçsüz düşürebilmek için ve akıllarınca onlara eziyet verebilmek için harcamaları hayret vericidir.

Yüce Rabbimiz, bu gerçeği ayetleriyle haber vermiştir:

İnsanlara, şiddetli bir sıkıntı dokunduktan sonra, bir rahmet dokundurduğumuz zaman, ayetlerimiz konusunda hileli bir düzen kurmak (bir entrika çevirmek) onlar için (bir alışkanlık ve kötü bir edinim)dir. De ki: "Düzen kurmada (karşılık vermede) Allah daha hızlıdır. Şüphesiz, Bizim elçilerimiz, sizin 'geliştirmekte olduğunuz düzenleri' yazmaktadırlar." (Yunus Suresi, 21)





2 Ağustos 2014 Cumartesi

“AKSİLİK SANILAN HER OLAYDA BİR SIR VARDIR”...

 

 

“Her şeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, gerçek bir güzellik yönü vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr (neticeleri ile güzel olan) denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, düzensiz, karmaşıktır. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve düzenler var.” (Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s. 211)

Çevremizdeki insanlardan sık sık duyarız; doğum günlerinde, yılbaşlarında, bayramlarda birbirlerine hep hayırlı dileklerde bulunurlar: “Hayırlı seneler, hayırlı bayramlar” gibi. Önem verdikleri, heyecanla bekledikleri olaylar öncesinde de, “hayırlısı olsun” diye temenni ederler. Fakat çoğu insan bu sözleri söylerken, gerçek anlamının farkında değildir. Kimileri de anlamını bildikleri halde, bunu hiç düşünmeden sadece bir ağız alışkanlığıyla söylerler. Bunun en açık delillerinden biri, bekledikleri bir olay istedikleri gibi sonuçlanmadığında Allah’a karşı gösterdikleri ahlaktır. Allah’ın kendileri için hayır ve güzellik olarak yarattığı bir şeyi, memnuniyetsizlik, üzüntü, hatta bazen de öfke ile karşılarlar. Oysa Allah’tan kendileri için “hayırlı olanı” istemişlerdir. Allah da onlara “en hayırlısını” yaratmıştır. Fakat bunu takdir edemezler.

İnsan, kendisini için “en hayırlı olanın” ne olduğunu bilebilecek bir bilgiye sahip değildir. Çünkü Allah’ın sonsuz aklı yanında insan çok sınırlı bir akıl, tecrübe ve bilgiye sahiptir. Bir olayı değerlendirip yorumlarken, sadece kendindeki bu sınırlı imkanları kullanır. Allah sonsuz akıl sahibidir; o kişiyle birlikte, aynı anda, o insanın çevresindeki ve tüm dünyadaki insanların aklından geçenleri, o olaydan sonra olacak tüm olayları ve dünya çapında meydana gelecek bütün gelişmeleri de bilendir. Yaşadığı olaydaki hayırları takdir edemeyen kişi, konuyu sadece yaşadığı andaki bilgisi içinde değerlendirirken, Allah onun dünya ve ahiretteki tüm hayatını bilerek ona bir hayır yaratmaktadır.

Dolayısıyla insanın, yaşadığı olayları yorumlarken, “kendisine, çevresindeki insanlara ve yaşadığı dünyaya dair aslında çok az şey bildiğini unutmadan” hareket etmesi çok önemlidir.
Örneğin çok önemli bir iş randevusuna yetişemeyen bir insan belki bunu üzüntüyle karşılar. Ama aslında yetişememesi belki de onu, sonrasında bu iş sebebiyle gelecek büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştır. Belki orada sahtekar, dolandırıcı biriyle karşılaşacak ve sahip olduğu her şeyi kaybedecektir. Allah bir sebep yaratarak onu oraya göndermemiş ve bu kimseden korumuştur. Ya da o iş bağlantısı gerçekleştiği takdirde, haberdar olamayacağı çok daha verimli başka bir iş imkanı elde edecektir. Ya da belki, vaktinde oraya yetiştiğinde bir kaza ya da tehlikeyle karşılaşacak, yaralanacak veya hayatını kaybedecektir. Allah onu geciktirerek, bu durumu engellemiştir.

Kimisi yıllarca hazırlandığı bir sınava uyuyakalır gidemez. Kimisinin büyük emek vererek uzun sürede hazırladığı bir çalışma, bir bilgisayar hatasıyla silinip kaybolur. Saatlerce emek verilip hazırlanan bir yemek, küçük bir dikkatsizlikle yere dökülür. Bu örnekleri sayfalarca çoğaltmak mümkündür. Her insanın hayatında, bunlardan çok daha hayati ya da çok daha basit konularda, bunlara benzer olaylar daima ve mutlaka yaşanır. Çünkü bu, Allah’ın bir adetullahıdır.

Ve işte bunların hepsinde hayırlar vardır. Allah, bazen sizi bir şerden korumak ya da size umduğunuzdan daha güzel bir şeyi nasip etmek için karşınıza engeller çıkarır. Bazen Allah bir olayda gizlenen bu hayırları, ilerleyen zaman içerisinde kişiye gösterir. O zaman insan, “demek ki yaşadığım olayın hayrı buymuş” der ve kalben de rahatlar. Ama bazen de Allah bir deneme olarak, bir olayda gizlediği hayırları kişiye göstermez. Zahiren ‘aksilik’ sanılan bir olayın ardındaki hayır dolu sırları, belki de hayatınızın sonuna kadar hiç bir zaman öğrenemezsiniz. İşte Allah’ın istediği, yaşamamız gereken ahlak böyle bir durum karşısında da, “Allah’ım sen mutlaka bunları benim dünya ve ahiret hayatım için çok büyük hayırlarla yaratmışsındır” diyerek  büyük bir gönül ferahlığıyla Rabbimiz’e teslim olabilmektir.

Bunun yerine üzülmek, öfkelenmek, Allah’tan ümit kesmek, Allah’ın yardım etmediğini, aksilik yarattığını düşünmek, (Allah’ı tenzih ederiz) işte bahsettiğimiz, “hayırlısı olsun” derken, söylediği sözün anlamını hiç düşünmemiş olan insanların ahlakıdır.
Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki, eğer bir zorluğun ardından bir güzellik geleceği çok belli olacak olsa, o zaman bu olay o insan için bir deneme olmaz zaten. Deneme olabilmesi için, zıtlık olması gerekir. Siyah beklerken beyaz; beyaz beklerken siyahla karşılaşmalı ki, insan kalbindeki gerçek inancı, gerçek ahlakı Allah’a karşı olan gerçek sevgisini, güven ve teslimiyetini ispat eden bir tavır gösterebilsin.

Gerçek Müslüman hayırlarını bilse de bilmese de, mutlaka Allah’ın “en güzelini yarattığına” inanıp sevinçle Allah’tan razı olur. Çünkü bu, imanın bir şartıdır.  Ve insanlar için yaratılan, dünya hayatının başlıca denemelerinden biridir. Bu gerçeği unutan kimseler, böyle bir deneme ile karşılaştıklarında, ilk anda refleks olarak gerçekten bir aksilik oldu, işleri ters gitti sanırlar. Halbuki belki de aksilik sandıkları bir olay ile, hayatlarına yepyeni bereketler, hayırlar, güzellikler, nimetler gelecektir, ama henüz haberleri yoktur. Belki o andan bir saat sonrası, onlara bir filmin ileri alınması gibi gösterilmiş olsa, bunu bileceklerdir. Ama sadece tek bir saat sonrasından habersiz olmalarından dolayı, gaflete düşerler. Aceleci davranıp, o an için hayırları görememenin telaşıyla, hemen olumsuz, karamsar yorumlar yaparlar.

Oysa ki onları yaratan, hayatları boyunca her an yer yerde onları koruyup kollayan, onları nimetlendiren yalnızca Rabbimiz’dir. Ve elbette ki yine onlara güzellikleri nasip edebilecek tek bir güç sahibi vardır, o da Allah’tır. Allah’tan ümit kesmek, Allah’ın yarattıklarını hayra değil şerre yormak büyük bir nankörlüktür. Bizi En Çok Seven’e karşı haksızlıktır (Allah’ı tenzih ederiz). Bu, Müslümana yakışan bir ahlak değildir. Müslüman, açıklaması en zor, hatta kesin olarak şer gibi görünen bir olayda bile, kendinden çok emin, içi çok huzurlu, kalbi Allah’a güven dolu ve güzel bir kader seyircisinin ahlakını göstermelidir.
Rabbimiz Kuran’da bu konunun gerçeğini bize şöyle hatırlatmıştır:
“... belki, bir şey hoşunuza gitmez, ama Allah onda çok hayır kılar.” (Nisa Suresi, 19)
"… Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216)