28 Haziran 2014 Cumartesi

Nasıl güçlü bir tevekküle sahip olabilirsin?


İnsan bu dünyada ancak derin bir imanla, güçlü bir tevekkülle ve kadere teslimiyetle rahat ve huzurlu yaşayabilir. Mutluluğun anahtarı herkesin yazıp çizdiği gibi parada, pulda, kariyerde, malda, mülkte değil. Tam tersine bunlar insana mutluluk değil mutsuzluk, stres ve bıkkınlık getirir, tabii iman olmadıktan sonra. Ne insanlar tanıyorum, en tepede oturup yüzlerce insanı yöneten ama stresten mide kanaması geçiren. Ne insanlar tanıyorum, mal, mülk içinde, birçok insan içinde yalnızlıktan ve sevgisizlikten sürünen…

Bu yüzden bu dünyada ancak tam bir teslimiyetle Allah’a dayanıp güvenmemiz gerek, gerçek konforun sırrı burada gizli…


Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi ‘yapayalnız ve yardımsız’ bırakacak olursa, Ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler. (Ali İmran Suresi, 160)


De ki: “Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.” (Tevbe Suresi, 51)


Demek ki müminler ayette bildirildiği gibi sadece Allah’ın kendileri için yazdığı kaderi yaşadıklarını bilecekler. Allah’a gönülden güvenecekler. Güçlü bir tevekküle sahip olmanın yolu Allah ile bağlantıyı hiç kesmemektir. Allah ile bağlantı kesilirse insan tevekkülünü kaybeder, sarsılır, sıkılır, üzülür, pişmanlık duyar. Oysa Kuran ahlakında bunların hiçbirine yer yoktur. İnsan tevekkül etmeyi bir saniye bile unutmayacak, bir saniye bile Allah’ın yarattığı görüntülerle imtihan olduğunu unutmayacak.


Samimi bir mümin olarak Allah’tan mükemmel bir tevekkül istemeliyiz. “Yarabbi, bana Sana mükemmel tevekkül eden kul olmayı nasip et” demek gerek.


Gerçek anlamda tevekkül yaşanmadığında tüm dünya insanın üzerine gelir, her şey sıkıntı verir, insan her şeyden korkar, gelecek korkusu benliğini sarar, deprem korkusu, ölüm korkusu, sevdiklerini kaybetme korkusu, yalnız kalma korkusu, yaşlanma korkusu, parasız kalma korkusu gibi binlerce korku ruhunu sarar. İnsanın sürekli kalbi sıkışır ve sonunda kendi kendisini hasta eder.


Gerçekten inanan samimi bir mümin ise başına gelen her olayda Allah’a hüsn-ü zan eder. “O yaratmışsa ne güzel yaratmış” der. Allah’a olan güveninde en ufak bir sarsılma olmaz. Allah’ın çizdiği kader hiçbir zaman tartışmaya açılmaz. Yaşananların mutlaka bir hikmeti, hayrı vardır, insan bunu bu dünyada görmeyebilir amaahirette anlar. Önemli olan çok büyük bir aşkla, sevgiyle kalbi Allah’a bağlamaktır. Bu dünyada derin imanlı bir insanı yere yıkacak, onu üzecek, 

sıkacak hiç bir güç yoktur.

Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 35)


Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216)







17 Haziran 2014 Salı

SAMİMİYET İRADE VE KARARLILIK GEREKTİRİR



Samimiyet İrade Ve Kararlılık Gerektirir

Kararlı ve samimi olmanın koşulu nedir?

Gerçek ve samimi imana sahip olmayan insanların tavır ve davranışları nasıldır?

Çoğu insanda rastlanabilen önemli bir özellik vardır: Konuşmak söz konusu olduğunda, pek çok insan bir konu hakkında olabilecek en güzel sözleri söyler; en doğru, en akılcı tavırlarda bulunmak gerektiğini anlatırlar. Olması gereken en iyi ahlakın ne olduğu hakkında hiçbir detay atlamadan en mükemmel tarifleri yaparlar. Kendilerinin de, bu en iyi, en doğru, en güzel ve en mükemmel olanı yapmayı hedeflediklerini ve bunda da çok kararlı ve istekli olduklarını anlatırlar.

Ancak çoğu zaman, bu anlatılanları uygulamak söz konusu olduğunda, aynı insanlar sözlerindeki istek ve kararlılığı nedense tavırlarına yansıtamazlar. Bir anda en doğru, en iyi ve en mükemmelden kolaylıkla tavizler verirler. Kısacası sözleriyle tavırları birbirini tutmaz. Kimi zaman tavırlarında, sözlerinde anlattıklarından hiç eser dahi yoktur.

İnsanların Bir Kısmı Vicdanları Yerine Çıkarları Doğrultusunda Kararlar Verebilirler

Her insan, bir konuda yapılması gereken en doğru ve en isabetli tavrın ne olduğunu bilecek şekilde yaratılmıştır. Allah her insanın vicdanına en iyiyi ve en doğruyu ilham eder. Dolayısıyla her insan, her şartta yapılması gereken en güzel tavrın ne olduğunu bilmektedir. Ve istediği takdirde, vicdanının kendisine gösterdiği bu doğruluğu, sözlerine de en mükemmel şekilde yansıtabilir.
Ancak işte insanın içten içe bildiği bu doğruları bir de uygulama safhası vardır. Bu noktada insan yine vicdanıyla baş başa kalır. Çok iyi bildiği doğrular ile, nefsine ve çıkarlarına daha uygun olan tavırlar arasında bir tercih yapmak durumundadır. Ve çoğu insan bu noktada, doğrulardan yana değil, kendi isteklerinden, rahatından ve menfaatlerinden yana tavır koyar. Öncesinde iyilikten yana ne kadar istekli, kararlı ve şevkli olursa olsun, uygulama anı geldiğinde, bu yüksek ahlakı hayata geçirmede irade gösteremez.
İnsanlarda görülen bu ahlak eksikliklerine dair günlük hayatın içinden pek çok örnek vermek mümkündür. Bu örneklerden bazıları şöyledir:

 Her insan, zor durumda kalan muhtaç birine yardım edilmesi gerektiğini bilir ve bunu tüm ayrıntılarıyla vurgulayarak savunur. Hatta bu kimseler, bu ahlakı uygulamayan insanlar hakkında ciddi şekilde kınayıcı açıklamalar yaparlar. ‘Kendileri söz konusu olsa, mutlaka mazlumdan yana tavır koyacaklarını’ anlatırlar. Ancak aynı şartlar kendi başlarına geldiğinde, bu erdemli tavır konusunda irade ve kararlılık gösteremezler.



 Trafikte kazayla bir yayaya çarptıklarında ya da bir başkasının çarpıp kaçtığı yaralanmış bir kimseyi gördüklerinde, çok hızlı bir ‘nefis, menfaat ve vicdan muhasebesi’ yaparlar. Bu yaralı insana sahip çıkmanın kendilerine getireceği zarar ve tehlikeleri düşünür ve vicdanen üzerlerine düşen sorumluluktansa, kendi açılarından oluşacak riskleri daha önemli görürler. Ve hiç tereddüt etmeden bu kişiyi sokak ortasında bırakıp giderler.


 Aynı şekilde dürüstlüğün öneminden bahsetmek söz konusu olduğunda, hemen her insan bu konuda da çok çarpıcı açıklamalarda bulunurlar. Ama hayatlarının pek çok aşamasında, bu konudan da kolaylıkla taviz verebilirler. Örneğin yakın bir dostlarını korumak söz konusu olduğunda, tanımadıkları bir kişinin ezilmesine hiç düşünmeden göz yumabilirler.


Bazı İnsanların Kendi Eksikleri Konusunda Gösterdikleri Samimiyetsiz Tavırlar

İnsanların çoğu zaman büyük bir kararlılıkla konuşup, sonrasında kararlılık gösteremedikleri konuların bir kısmı da genellikle kendileriyle ilgilidir. Bazı insanlar kişiliklerindeki, ahlaklarındaki ve tavırlarındaki yanlışlıklar hakkında çok net konuşmalar yaparlar. Bunların yanlışlığını ne kadar iyi gördüklerini belirtir, kendilerini değiştirmeleri gerektiğini anlatırlar. Eksik yönlerinin yerine uygulayacakları güzel davranışları bütün detaylarıyla açıklarlar. İlk fırsatta, bambaşka bir insan olarak, en güzel ahlakı ve en mükemmel kişiliği göstereceklerini anlatırlar. Hatta yakınlarına bu konuda çok samimi ve yürekten sözler verirler. Ancak bu noktada da, çoğu insan anlattığı doğruları hayata geçirme konusunda kararlılık gösteremez. Bu konudaki hatalı davranışlara şöyle örnekler verilebilir:

 Kumar ya da içki alışkanlığından dolayı hayatı perişan olan, büyük borçlar altına giren, sahip olduğu her şeyi kaybeden, çevresinde dostu yakını kalmayan bir insan, büyük bir pişmanlıkla bu bağımlılıklarını kesin olarak terk edeceğini anlatarak insanların affediciliğine sığınır. Ancak bu alışkanlıklarına geri dönebileceği imkanları ilk elde ettiği anda, verdiği bütün sözleri unutarak, koşarak eski hayatına döner.


 Söylediği yalanlar dolayısıyla başına tehlikeli işler açan bir insan, yaptığının yanlışlığını görerek, yalanın kötülüğü üzerine çok samimi konuşmalar yapar. Bir daha yalan söylememek için gerçekten de ciddi kararlar alır. Ancak nefsiyle ilk çatıştığı ve ilk zorlandığı anda tekrar hemen yalana sığınır.



 Çok sinirli olan bir insan da her ne kadar zorlayıcı bir ortamla karşılaşırsa karşılaşsın asla sinirlenmemeye gayret edeceğine söz verir. Ya da çok kibirli, benmerkezci ve kendinden başkasının sözüne uymayan, herkesin yalnızca kendisine saygı duymasını isteyen ters mizaçlı bir insan da, bu kötü huylarını kesin olarak terk edeceğini anlatır. Bunların kötülüğünü ve bunun yerine uygulanması gereken güzel ahlakın önemini dile getirir. Benzer şekilde tartışmacı bir insan da, karşısına ne tür bir durum veya ne tür insanlar çıkarsa çıksın, kimseyle iddialaşmayacağına, tartışmayacağına, alttan alıp hoş göreceğine, yatıştırıcı bir ahlak sergileyeceğine söz verir.

Tüm bu örneklerdeki insanlar, yanlış olan bu tavırlarından sıyrılıp güzel ahlak gösterme konusunda ne kadar şevkli olduklarını samimiyetle dile getirirler. Ancak ne var ki, yine uygulama anı geldiğinde, insanlar sanki bu samimi analizleri hiç yapmamışlar gibi kendi kişiliklerini tüm eksiklikleriyle tekrar ortaya koyarlar.
İşte tüm bu örneklerde anlatılan insanların, uygulamada başarısız olmalarının önemli bir sebebi vardır: ‘Allah korkusunun eksikliği’...



Samimi insan, Allah korkusu ve Allah’a olan derin sevgisi nedeniyle doğruyu yanlıştan rahatlıkla ayırt eden, Kuran’a göre doğru olanı mutlaka uygulayan, Allah’a yakınlık ve sevgi konusunda sınır tanımadan dinin tüm gereklerini en doğru ve en kesin biçimde uygulayan insandır. Dolayısıyla samimiyet, Allah korkusuyla, Allah’a yakınlık ve sevgiyle ortaya çıkan, Kuran’da tarif edilen şekliyle yaşanan bir ahlaktır.

Allah Korkusu, Kararlı ve Samimi Olmayı Sağlar

Bir insanın, kötü olanı terk edip, bunun yerine iyi olan tavrı istikrarlı ve kararlı bir şekilde uygulamasını sağlayabilecek unsur, yalnızca insanın ‘Allah’tan içi titreyerek saygıyla korkup sakınması’dır.
Aksi takdirde insanları kendi çıkarlarını tercih etmelerinden alıkoyabilecek, kendi nefislerinin istekleri doğrultusunda hareket etmelerini engelleyebilecek itici bir güç yoktur. Konuşmak her insan için çok kolaydır. Hatta çoğu zaman o kişiyi insanlar arasında yüceltecek bir fırsattır. Bu nedenle her insan ‘iyiliğin ne olduğu’ konusunda çok çarpıcı konuşmalar yapabilir. Ama mühim olan ‘sadece konuşan değil, aynı zamanda da uygulayan insan olabilmek’tir.
Allah Kuran’da ‘uygulamada kararlılık gösterebilme’nin daha hayırlı olduğunu şöyle bildirmiştir:


“İtaat ve maruf (güzel) sözdü. Fakat iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, şayet Allah’a sadakat gösterselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu.” (Fussilet Suresi, 21)

“Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah Katında bir gazab (konusu olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç teşkil etti).” (Saf Suresi, 2-3)

Allah her insana doğruyu ilham etmektedir. Ancak nefis ve şeytan, doğruyu uygulamaktan alıkoymak için insanı türlü bahanelerle kandırmaya çalışır. İnsanın iyiyle kötü arasında karar vermesini gerektiren kısa bir an vardır. İşte o anda, içinde bir yerlerde bir ses kendisine, “Şöyle yap” diye iyi olanın ne olduğunu mutlaka hatırlatır. Nefsi de diğer yandan ona, “Ama bu daha önemli” diyerek insanı kötü olana çağırır. İnsan o anda hızla bir karar verip bu seslerden birini seçer. İşte Allah’tan çok korkan insan, vicdanından gelen sesi duymazdan gelemez. Nefsi ne kadar zorlarsa zorlasın, o anda kendi menfaatlerini ezmekten dolayı canı ne kadar yanarsa yansın, mutlaka vicdanının gösterdiği doğruyu uygular.

Kuran’da müminlerin bu derin Allah korkuları ve bunun sonucunda ulaştıkları güzel ahlak şöyle haber verilmiştir:

“Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.” (Enfal Suresi, 29)

“Sen ancak, zikre (Kur’an’a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah’)a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele.” (Yasin Suresi, 11)

“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O’nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal Suresi, 2)

“(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar.” (Nur Suresi, 37)

Gerçek iman ve Allah korkusunun en önemli göstergelerinden biri kişinin samimiyetidir. Bir insan Allah’a olan inancındaki, Kuran’a uymadaki ve güzel ahlakı yaşamadaki samimi azmi ve çabası ölçüsünde takva özelliği kazanır.

Eğer insan vicdanını şeytani düşüncelerle kirletmiyorsa, vicdanından gelen her uyarı ve tavsiyeye tereddütsüz uyuyorsa, Allah’tan korkup sakınarak nefsinin olumsuz telkinlerine karşı koyuyorsa, bu insan samimiyeti en güzel şekilde yaşıyor demektir.




12 Haziran 2014 Perşembe

Müslümanların zengin, güçlü ve gösterişli olmaları İslam'ın genel mantığıyla çelişir mi?


Bazı çevrelerde fakirliği, az gelişmişliği, köylülüğü, ezikliği ya da yaygın deyimle dünyadan elini-eteğini çekmeyi Müslümanlığın simgesi olarak görmek adeta alışkanlık haline gelmiştir. Bunun tersine bir modelin dinle ilgisi olmadığı inancı oldukça yaygındır. Ancak bu doğru değildir ve diğer birçok konuda olduğu gibi, Kuran'dan uzak bir din anlayışının varlığından kaynaklanır. Dinin temel kaynağı olan Kuran, hiç okunup üzerinde düşünülmemiştir. Bu nedenle de kulaktan dolma hurafelerden oluşan bir din anlayışı gelişmiştir.  İslam'ın içine girmiş yanlış uygulamalar, "... Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terkedilmiş (bir kitap) olarak bıraktılar." (Furkan Suresi, 30) ayetiyle dikkat çekildiği gibi, Kuran'ın terk edilmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa Kuran'a bakıldığında, İslam'ın kesinlikle böyle bir model öngörmediği rahatlıkla anlaşılır. Birçok peygambere büyük servet ve mülk verildiği ayetlerde yer alır. Bunların içinde Hz. Süleyman'ın eşi görülmemiş zenginliği ve ihtişamı asırlardır dillere destan olmuştur. Allah'ın birçok ayette kendisinden övgüyle bahsettiği ve örnek gösterdiği Hz. Süleyman, kuşkusuz Allah'ın rızası dışında bir amaca ve Allah'ın dini dışında bir yol göstericiye sahip değildi. Öyle ki, Hz. Süleyman Allah'ın kendisine verdiği söz konusu büyük mülke sahip olmadan önce şöyle dua etmişti:

"Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin." (Sad Suresi, 35)


Eğer zengin olmayı dilemek Müslümanlar için kınanmış bir hareket olsaydı, Allah'ın birçok ayetiyle övdüğü bir peygamber bunun için dua etmezdi. Nitekim Kuran'da bildirildiği gibi Allah Hz. Süleyman'ın bu duasını kabul etmiştir. Ve Kuran'da Hz. Süleyman'dan sürekli övgüyle bahsedilmektedir:

Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi. (Sad Suresi, 30)

Hz. Süleyman bu konuda tek örnek değildir. Allah Hz. Süleyman'ın babası Hz.Davud'a da hükümdarlık verilmiş, onu güç ve iktidar sahibi bir peygamber kılmıştı. Aynı şekilde Allah, Hz. İbrahim ve ailesine de büyük bir mülk verdiğini bildirmiştir: Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu Biz, İbrahim ailesine Kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik. (Nisa Suresi, 54)

Dikkat edilirse üstteki ayette Allah'ın bir lütuf olarak Müslümanlara verdiği zenginliği kıskanmak da yerilmektedir. 

Allah'ın Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'i de zenginleştirdiği Kuran'da şöyle haber verilir: Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi? (Duha Suresi, 8)

İşte bu noktada müminlerin zenginlik anlayışı ile cahiliyedeki zenginlik anlayışının farkı ortaya çıkmaktadır. Müminler, mülkün Allah'tan geldiğinin ve mülkün asıl sahibinin de yine Allah olduğunun bilincindedirler. Oysa cahiliyedeki zenginlik anlayışı, malı sahiplenme içgüdüsü üzerine kuruludur ki, bu tüm mülkün sahibi olan Allah'a karşı bir isyandır. İki taraf arasındaki bu büyük fark, mülkün kullanılmasında da ortaya çıkar. Müminler mülkü Allah rızasına uygun olarak, hayırlı işler için harcarlar. Oysa cahiliyedeki mülk sahiplerinin temel özelliği "yeryüzünde bozgunculuk" (Kasas Suresi, 77) çıkarmalarıdır. 

Zenginlik, ihtişam ve hakimiyet Allah'ın dilediği mümin kullarına armağan ettiği bir lütfudur. Önemli olan Allah'ın helal yoldan verdiği mal ve servete karşı gereken şükrü yaparak bunları yerli yerinde kullanmak, Allah'ın nimetini sürekli anmak ve bu sayede Allah'a yakınlaşmaya ve O'nun rızasını kazanmaya yollar aramaktır. 

Nitekim Hz. Süleyman'ın Kuran'da geçen ifadesi onun mal sevgisine yönelmesinin amacını açıklamaktadır: O (Süleyman) da demişti ki: "Gerçekten ben, mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim..." (Sad Suresi, 32)

Ancak, bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu da akıldan çıkarmamak gerekir. Çeşitli sıkıntılar ve zorluklar karşısında gösterilen sabır ve kararlılığın şiddeti insanın imanındaki derinliği belirler. Bu nedenle Allah, bu üstün özelliklerini ortaya çıkarmak ve onları Kendi Katında mükafatlandırmak için inananları değişik olay ve ortamlarla karşılaştırabilir. Allah müminlerin sabrını ve Kendisi'ne karşı olan güvenlerini, ölüm, korku ve açlık gibi çeşitli güçlüklerle olduğu gibi fakirlikle de deneyebilir. Fakat doğru olan, Müslümanın, bir yandan güzelce sabrederken, diğer yandan da Allah'ın nimetlerini artırması, genişletmesi, ferahlık vermesi için sürekli bir dua içinde bulunmasıdır. Ayrıca bunu yalnız kendi şahsı için değil, bütün müminler için istemesi ve Allah'ın adını yüceltmek için geniş imkanlar talep etmesi gerekir. Kuran'ın ruhuna en uygun olan davranış şekli de budur. 

Bu arada mutlaka unutulmaması gereken bir nokta vardır: İslam'da insanlar zenginlik kıstasına göre değerlendirilmezler. Bir insanın fakir ya da zengin olması onun Allah Katındaki konumunu etkilemez. Önemli olan, sahip olduğu mülkü, ister çok az ister çok fazla olsun, Allah'ın rızasına uygun olarak harcayıp-harcamadığıdır. Müminin zengin olma talebinin ardında da, elde edeceği malları Allah'ın rızasına uygun olarak kullanabilmek isteği vardır. Bunun aksi bir tavır, yani "mal biriktirmek" müminler için söz konusu olamaz. Çünkü "mal biriktiren" kişilerin, "... Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele" (Tevbe Suresi, 34) hükmüne girmesi söz konusudur.

İnananlar bu dünyada Allah'ın nimetlerinden yararlanıp zevk aldıkları gibi, kendilerine verilenleri Allah yolunda harcamaktan da çok büyük zevk alırlar. Bu gözle bakıldığında mal, mülk, servet ve bunlara sahip olmak için dua etmek samimi müminler için bir ibadet ve ecir kaynağıdır. Allah şükrü yapılan ve Allah yolunda sarf edilen malı artıracağını vaat etmektedir. 

Aynı zamanda Kuran'a tabi olan gerçek bir mümin yeryüzünde Allah'ın kuludur; O'nu temsil eder. Bu nedenle de Allah, yeryüzünün gerçek sahiplerinin müminler olacağını bildirirken, bu nimete erişecek olanların sahip oldukları özellikleri Kuran'da şöyle belirtir:


Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)





5 Haziran 2014 Perşembe

Yobazlık Tehlikesi; Yobazların yanlış din anlayışı ve bunun verdiği zararlar

  

Yobazların insanların İslam dininden çekinmelerine neden olan yanlış din anlayışlarının kaynağı nedir?

Gerçek İslam inancı ile yobazların hurafelerle dolu inançları arasındaki farklar nelerdir?


Yobazlık, Allah’ın Kuran’da bildirdiği ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in yaşadığı İslam’dan çok farklı bir anlayışı din gibi göstermeye çalışan bir sistemdir. Günümüzde yobazların İslam anlayışı İslam dışında bambaşka bir inanca dönüşmüştür. Çünkü yobazlıkta, Kuran ve sünnet değil, hurafeler ve bidatlar esastır. Ancak yobazlar İslam adına ortaya çıktıklarını iddia ederler. Peygamberimiz (s.a.v.) de ahir zamanda yobazlığın bu özelliğine dikkat çekmiş ve yobazlığın çok önemli bir tehlike olduğunu hadis-i şeriflerinde haber vermiştir:

“İLİM, ALİMLERİN KALDIRILMASI (Vefat etmeleri, Allah’ın Katına alınmaları) İLE ORTADAN KALKAR. ORTALIKTA HİÇBİR ALİM KALMAZ. NİHAYET İNSANLAR CAHİLLERİ REHBER VE ÖNDER EDİNİRLER; MESELELERİNİ ONLARA SORARLAR. ONLAR İLME DAYANMADAN HALKA FETVA VERİR; HEM KENDİSİ SAPAR VE HEM DE HALKI SAPTIRIR.” (Buhari, nr. 100, 7307; Müslim, İlim 13 (nr. 2673); Tırmizi, İlim 5 (nr. 2652))

Yobazlar İslam Dininin Temeli Olan Sevgi ve Barışa Düşmandırlar
Yobazlar her türlü güzelliğe nefretle bakarlar. Çiçekten, çocuktan, hayvanlardan kısacası Allah’ın yarattığı her güzellikten nefret ederler. Ruhlarında sevgiye dair hiçbir şey olmadığından içleri ve ruhları bomboş ve kapkaradır. Ruhlarındaki bu boşluk nedeniyle bağnaz ve anlayışsızdırlar. Bu nedenle de her türlü güzelliğe, estetiğe, sanata, bilime, neşeye, sevince, mutluluğa hatta hayata düşmandırlar. Sevginin olmadığı, nefretin ve öfkenin hakim olduğu, temizliğe, sanata ve bilime karşı olan, neşenin ve güzelliklerin yasaklandığı, kadınlara ve çocuklara amansız bir öfke duyan bu sistem, aslında şeytanın insanları din ahlakından uzaklaştırmak için meydana getirdiği bir beladır. Dolayısıyla bu zihniyetin hakim olduğu bir dünya adeta cehennem gibi sıkıcı ve karanlıktır. İşte insanlar yobazlığın bu şeklinden çekinirler. Oysa gerçek İslam dini sevgiyi, dostluğu, kardeşliği, yardımlaşmayı, affedici olmayı kısaca güzel olan her ahlak özelliğini emreder. Yüce Allah bir ayette İslam dininin sevgi ve yardımlaşma özelliğini şöyle haber verir:

“Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin “cimri ve bencil tutkularından” korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Haşr Suresi, 9)

Yobazlar Gerçek Sevgiden Uzak Bir Yaşam Sürerler

 Yobaz, kimseyi sevmediği gibi kendisi de sevilmez, çünkü herkes yobazın mantığından ve yaşam şeklinden, düşünce tarzından nefret eder. Yobazlardan yobazlar bile nefret ederler. Bu nedenle kendi aralarında sürekli olarak ayrılık ve husumet vardır. Hiçbir zaman birlik içinde, rahat ve mutlu şekilde yaşayamazlar. Gerçek İslam’ı yaşayan Müslümanlar ise neşeli, dışa dönük, sevgi, şefkat, dostluk ve kardeşlik üzerine kurulu, demokrasi ve özgürlüğü savunan, modern ve ileri görüşlüdürler. Çevreleri tarafından üstün ahlakları nedeniyle çok sevildiklerinden dolayı yobazlardan tamamen farklı olarak müminlerin canlı bir sosyal hayatları vardır.

Yobazlar Sanat ve Estetik Anlayışından Yoksundurlar


Yobazlar, Kuran’da olmayan emirleri İslam dinine dahil etmeye çalışırlar. Kuran’da kendi hurafelerine uymayan hükümleri ve emirleri de reddederler. Onlar için, Kuran’da tüm güzelliklerin övülmesi, sanatın, bilimin teşvik edilmesi (Allah’ı tenzih ederiz) büyük bir öfke sebebidir. Oysa güzelliklerden ve estetikten zevk almak derin imana sahip insanlara ait bir özelliktir. Allah insanın ruhunda, güzelliğe karşı bir duyarlılık hissi yaratmıştır. Ancak, bu estetik anlayışının açığa çıkması ve gelişmesi, insanın imanı ve aklı ile doğru orantılıdır. Müminler karşılaştıkları bütün güzellikleri yaratanın Allah olduğunu bildikleri için, bu güzellikler karşısında heyecan duyarlar. Kendilerine bunların tümünü sunan Allah’ın gücünü ve sanatını gereği gibi takdir edebilmeye çalışırlar. Cennete karşı duydukları özlem de, güzelliklerden zevk alma kabiliyetlerini artırır. Allah’ın Kuran’da haber verdiği cehennem ortamını düşünüp kıyas yaptıklarında ise, ruha zevk veren estetiğin değerini daha iyi kavrarlar.

Yobazlar Kadın Düşmanıdırlar

Yobazlar insana değer vermez, canlı hiçbir varlığa önem vermezler.  Ruhlarında hiçbir inceliğe, şefkate ve merhamete yer yoktur. Bütün bunların sonucu olarak yobaz, kadından da nefret eder. Yobazların başlıca özelliklerinden biri de kadın düşmanı olmalarıdır. Kadına üçüncü sınıf muamelesi yapmak yobazlığın ana özelliğidir. 

Allah Kuran’da kadınların toplum içerisinde korunup kollanmaları, ayrıca hak ettikleri saygı ve sevgiyi görmeleri için toplumsal alanda alınması gereken tedbirleri bildirmiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Kuran ayetlerini hayata geçirerek uyguladığı tüm davranışlar, kadınların lehinedir ve kadınların zarara uğramalarını, ezilip yıpratılmalarını önleme amacı taşımaktadır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in eşlerine ve ashabındaki hanımlara gösterdiği güzel davranış şekli tüm Müslümanların kadınlara olan bakış açılarını belirleyecek en güzel örnektir. Kuran’da kadınlara verilen değer bir ayette şöyle bildirilir:

“Onda ‘sükun bulup durulmanız’ için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.”” (Rum Suresi, 21)

Yobazlar Samimiyet ve Dürüstlükten Uzaktırlar

“Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler.” (Nahl Suresi, 116) ayetinde bildirildiği gibi yobazların sahtekârlıklarını örtebilmek için en çok başvurdukları yollardan biri de Allah adına yalan söylemektir. Aslında yobazlar her konuda yalan söylemeyi bir alışkanlık haline getirmişlerdir.  Dini olduğundan daha zor göstermek için dinde olmayan konuları var gibi gösterirler veya dinde olanları dinde yokmuş gibi tanıtırlar. Kendilerini daha takva göstermek için helal olan şeyleri kendilerine ve çevrelerine haram kılarlar. Oysa Allah helal ve haram kıldığı her konuyu Kuran'da bildirmiş, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in hadislerinde de bu konular açıklanmıştır. Bu nedenle gerçek İslam ahlakını yaşayan kişiler yalnızca Kuran’daki haram ve helallere ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sünnetine uyarlar. Bu yaklaşımları ve Allah’ın sınırlarını koruma konusundaki titizlikleri onları dürüst ve samimi yapar. Bu kimseler yobazların aksine doğru sözlü olduklarını kanıtlamak ve çevrelerindeki insanları samimiyetlerine ikna etmek için özel bir çaba harcamaya gerek duymazlar. Yaşadıkları samimiyetin, Allah'ın izniyle hal ve tavırlarına da yansıyacağını bilirler. Nitekim gerçek İslam anlayışına sahip olan bir kişinin bakışlarından, yüz ifadesinden, ses tonundan, üslubundan, olayları anlatım şeklinden bu samimiyeti açıkça anlaşılır. 

Yobazlık Tarih Boyunca İslamiyet’e Zarar Vermiştir

Dünyada İslam adına ortaya çıkan, sevgiden, merhametten uzak, bilim, sanat, güzellik ve estetiğe karşı olan, savaşlar çıkaran, zulüm yapan, öldürme ve kan dökme peşinde olan Müslüman modeli, bir kısım insanların İslam dini hakkında yanlış bir kanaat sahibi olmalarına sebep olmaktadır. Onlar, Müslümanlık adına ortaya çıkarılan yobaz zihniyeti, İslam zannetmektedirler. Bu kan dökücü vahşi sistemin, gerçekte İslam ile ilgisinin olmadığını, hatta İslam’a tamamen muhalif bir yaşam şekli olduğunu bilmemekte, yobazların anlattıkları ve yaşadıkları bu modeli İslam dini zannederek bundan ürkmektedirler. Gerçek İslam ve Müslümanlık ise Allah'ın Kuran'da bildirdiği, Peygamberimiz (s.a.v.)'in tefsir ettiği İslam’dır. Bu nedenle çok şefkatli, sevgi dolu, koruyucu, asil, sanata, estetiğe, güzelliğe, temizliğe, nezakete çok değer veren İslam anlayışının en ideal yaşam şekli olduğunun bilinmesi çok önemlidir.

İnsanların Gerçek İslam Ahlakını Tanımaları İslam Ahlakının Yeryüzüne Yayılmasına Vesile Olacaktır

Yobazlık yanılgısı telkin edildiği için üstün İslam ahlakının bir topluma getireceği güzellikler bazı çevreler tarafından gereği gibi fark edilememektedir. Oysa bu yanlış düşüncenin aksine, Yüce Rabbimiz’in Kuran’da bildirdiği ahlak, baskıdan ve zorlamadan uzak; sevgiye, saygıya, hoşgörüye, adalete dayalı üstün bir ahlaktır. Bu üstün erdemlerin yaşanmasıyla Allah’ın izniyle pek yakında demokrasi, kardeşlik, sevgi, dostluk, barış tarihte eşi görülmemiş bir şekilde tüm dünyaya hakim olacak, insanlar imanın neşesini, sevincini, bereketini doya doya yaşayacaklardır.

Ayetlerin işaretlerinden, Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadislerinden ve büyük İslam alimlerinin sözlerinden açıkça görüldüğü üzere içinde yaşadığımız dönem ahir zamandır. Ahir zamanın çileli, sıkıntılı, zor günleri Hz. İsa (a.s.)‘ın ve Hz. Mehdi (a.s.)‘ın vesilesiyle bu yüzyılda son bulacak, dünya yepyeni aydınlık bir döneme girecektir. Allah’ın varlığını ve birliğini en güzel ve hikmetli şekilde anlatmak ve insanlara Kuran’daki ve Asr-ı Saadet dönemindeki İslam’ı tanıtmak ise yakın gelecekte kavuşacağımız aydınlık günler için çok önemli bir zemin hazırlamaktadır. Temennimiz Allah’ın bu yazıyı da söz konusu güzelliklere vesile kılması ve “insanların Allah’ın dinine akın akın girdiklerini” gördüğümüz günlerin bir an önce gelmesidir. Nurun yegane sahibi olan Allah’ın bu müjdesi Kuran’da şöyle haber verilmektedir:

“Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman, ve insanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr Suresi, 1-3)









2 Haziran 2014 Pazartesi

Hz. Meryem'in üstün ahlakını örnek almak

İnsanlar ancak hak dini yaşayarak sağlıklı bir akıl ve ruha sahip olabilirler. Çünkü hak dini yaşamak, insanı dünyevi bağlardan kurtarır. Kişiyi sadece Allah'a ve O'nun hak kitabındaki emirlere karşı sorumlu hale getirir. Bu, insanlar için çok büyük bir kolaylıktır. Allah Kuran'ın birçok ayetinde İslam dininin kolaylığından bahseder, "Ve seni kolay olan için başarılı kılacağız." (A'la Suresi, 8) şeklinde bildirerek Müslümanların bu kolaylık içinde başarı sağlayacaklarını haber verir. Başka bir ayette de Müslümanlara gönderilen elçilerin önemli bir özelliğinin insanların üzerine yüklenen ağırlık ve zorlukları, kuralları, batıl inançları kaldırıp onları özgür kılmak olduğunu haber verir. Kurtuluşa eren insanların da bu emirlere uyan insanlar olacağını şöyle müjdeler:

"... O, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır." (Araf Suresi, 157)

Üzerindeki dünyevi zincirlerden kurtulmuş, aklını, cahiliye ürünü olan fikirlerden arındırmış, temiz akıl sahibi bir insan hür düşünebilir. Böyle bir insan diğer insanların düşüncelerinden ve taleplerinden bağımsız olarak yalnızca Allah'ı razı edecek kararlar alabilir. Bunun nedeni bu kişinin, ölçü olarak sadece Kuran'da belirtilen sınırlara uyuyor olmasıdır. Bunun dışında, insanların kendisi hakkında ne söyleyeceklerinin, ne düşüneceklerinin ya da hakkında nasıl bir kanaat edineceklerinin bir önemi olmaz. İman eden bir insan için Allah'ın rızasını kazanmaktan, O'nun emrettiği şekilde yaşamaktan başka bir hayat şekli yoktur. İşte bu gerçeği kavrayan salih müminler cahiliye toplumunun batıl dinlerinden biri olan "insanlara tapınma dini"ni hiçbir zaman yaşamazlar. Allah Kuran'da, bulundukları toplumun İslam ahlakından uzak yapısından uzaklaşan ve kendilerini Allah'a adayan insanlara dair pek çok örnek vermiştir. Bu kutlu insanlar arasında en dikkat çeken örneklerden biri de Kuran'da ismi zikredilen mübarek bir insan olan Hz. Meryem'dir.

Kendisini Allah'a adayan örnek bir kul: Hz. Meryem

Kuran'da Allah, Hz. İsa'nın annesi Hz. Meryem'i yalnızca Kendisine yönelen bir kul olarak örnek vermektedir. Hz. Meryem, doğumu öncesinde annesi tarafından iyi bir kul olması ve dünyevi tüm bağlardan arınmış olması dileğiyle Allah'a adanmıştır. Bunu haber veren ayet şöyledir:

"Hani İmran'ın karısı: 'Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen' demişti." (Al-i İmran Suresi, 35)

Böyle önemli bir dilekle Allah'a adanan Hz. Meryem ile ilgili Kuran'daki diğer ayetler, Allah'ın Hz. Meryem'in annesinin bu duasını kabul ettiğini göstermektedir. Allah Al-i İmran Suresi'nde Hz. Meryem'in son derece güzel ve temiz bir ahlakla yetiştiğini şöyle bildirmektedir:

"Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi..." (Al-i İmran Suresi, 37)

Yine başka bir ayette de Allah, Hz. Meryem'i seçtiğini ve onu üstün kıldığını şöyle haber vermektedir:

"Hani melekler: 'Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı' demişti." (Al-i İmran Suresi, 42) 

Ayrıca Kuran'da Hz. Meryem'e, Allah'a gönülden boyun eğen, itaatli, Allah'ın emirlerine uyan bir insan olması emri verildiği de bildirilmektedir:

"Meryem, Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et." (Al-i İmran Suresi, 43)

Hz. Meryem yaşamının belli bir döneminde ailesinden ayrılarak doğu tarafa çekildiğinde, burada bir mucize olarak Hz. İsa'nın doğuş haberini almıştır. Cebrail vasıtası ile kendisine Hz. İsa'nın doğumu müjdelenmiştir:

"Hani Melekler, dediler ki: 'Meryem, doğrusu Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, o- nurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır..'" (Al-i İmran Suresi, 45)

Hz. Meryem, Allah'tan bir mucize olarak, kendisine hiçbir insan eli değmeden Hz. İsa'ya hamile kalmış ve ardından ıssız bir yerde tek başına Hz. İsa'yı dünyaya getirmiştir. Allah'ın kendisi için belirlediği kadere gönülden boyun eğen Hz. Meryem, bu olaylar üzerine kavmi tarafından kendisine atılan tüm iftiralara karşı sadece Allah'a güvenip sığınmıştır. Allah Kuran'da Hz. İsa'nın doğumu öncesi ve sonrasında meydana gelen mucizevi olayları kavrayamayan bu kavmin, Hz. Meryem'e yönelik ağır ithamlarını ve incitici sözlerini şöyle bildirmektedir:

"Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: 'Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın. Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir kadın) değildi.'" (Meryem Suresi, 27-28)

Allah bir ayette de kavmin inkara sapmış olduğunu ve Hz. Meryem hakkında büyük yalanlar ve iftiralar ortaya attığını şöyle haber vermektedir:

"(Bir de) İnkara sapmaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri" (Nisa Suresi, 156)

Allah, Hz. İsa'yı alıp kavmine geri dönmesini istediğinde Hz. Meryem Allah'ın emrine rıza göstermiş ve insanların kendisi için ne düşüneceklerini, hakkında ne gibi iftiralar atacaklarını önemsemeden Allah'ın emrine uymuştur. Açıklaması son derece güç bir olayın içinde olmasına rağmen, bunu bahane etmemiş ve kendisinden isteneni eksiksiz olarak yerine getirmiştir. Kendisi hakkında kavminin ortaya attığı tüm ithamlara gerçek bir Müslümana yakışır şekilde karşılık vermiştir. Allah'ı unutup insanları ilahlaştıran cahillerden çok farklı bir ahlaka sahip olduğunu, Allah'ın emirlerine uyarak ve insanların kendi hakkındaki düşüncelerine itibar etmeyerek göstermiştir. (Harun Yahya, Kuran Ahlakı)

Allah Kuran'da Hz. Meryem'in hayatından haber verdiği bu örnekle, insanlara önemli mesajlar vermektedir. Çünkü Hz. Meryem dünyada hiç kimsenin başına gelmemiş, eşi benzeri olmayan, mucizevi bir olayla imtihan edilmiştir. Son derece zor ve sabır gerektiren bir ortamda insanların baskı ve iftiralarına karşı güzel bir sabır göstermiştir. Tüm bunların sonucunda ise Allah Hz. İsa'yı henüz beşikteyken konuşturarak annesini, insanların iftiralarından temize çıkarmıştır.