24 Mayıs 2014 Cumartesi

Allah Kaderi En Güzel Şekliyle Yaratır





"Kader ilmi" iman etmeyenlerin vakıf olamadıkları büyük bir ilimdir. Müslümanların dünya ve ahiret hayatındaki tüm zorluklara ve denemelere güzel bir sabır göstermelerine vesile olan da bu ilimdir. İman edenler "Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Allah, herşeyi bilendir." (Teğabün Suresi, 11) ayetinde de bildirildiği gibi, başlarına   gelen herşeyin bir kader üzere gerçekleştiğini bilmenin rahatlığını ve huzurunu yaşarlar.

Her insan daha iyiye ve güzele ulaşmak ister. Kendine göre idealleri olur, bunları elde etmek için çalışır, çabalar, tabi ki bu sırada önüne engeller de çıkabilir. Bazı kişiler böyle durumlarda hemen ümitsizliğe kapılarak, “Neden olmadı?”, “Neden böyle oldu?” diyerek telaşlanabilir. Birçok kişinin alışkanlıkla karşıladığı ve hatta zararsız gibi gördüğü bu düşünme tarzı aslında insanı büyük bir yanılgıya sürükleyebilir.

Son derece basit bir konuyu, tevekkül edilse hemen hallolacak bir sorunu şeytan vesvese vererek, insanın düşüncelerine etki ederek farklı bir yöne çekebilir, çok zor gibi gösterebilir. Dolayısıyla kişi o olayın kader dışında gerçekleştiği yanılgısına kapılabilir. Oysa herşey yani yaşanan her türlü olay, her detay Allah’ın bilgisi ile gerçekleşir. İmanı doğru anlayan insanlar bu gerçeği bilir ve buna göre yaşarlar. Aksinde, yani olaylara hayır ve hikmet gözüyle bakılmadığında sürekli üzüntü, korku, ümitsizlik ve duygusallık oluşur. İman neşesi ortadan kalkar.

Bu olumsuzlukların nedeni Kuran’da bildirilen kaderin tam kavranmamış olmasıdır. Allah’ın istisnasız herşeyi bildiğinin, herşeyi en ince detayıyla birlikte yaratan olduğunun unutulmasıdır. Allah kaderle ilgili olarak Kuran’da şöyle buyurmuştur:

“Gaybın anahtarları O’nun Katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır.”(Enam Suresi, 59)

Allah’ın Takdir Ettiği Kader Değişmez

Akıl ve vicdan sahibi imanlı bir insanın, Allah’a ve Allah’ın yarattığı kadere gönülden teslim olması gerekir. Aslında her insan zaten Allah’a teslim olmuş ve boyun eğmiş olarak yaratılmıştır. Çünkü, istese de istemese de Allah’ın kendisi için yarattığı kadere boyun eğerek yaşar. Kaderi inkar eden insan da kaderinde “kaderi inkar etmek” olduğu için inkarcıdır.

Allah’a gönülden teslim olarak boyun eğenler ise, hem Allah’ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmayı umabilirler, hem de dünyada ve ahirette, güven ve mutluluk içinde huzurlu bir yaşam sürerler. Çünkü, Allah’a teslim olan, Allah’ın yarattığı kaderin kendisi için en hayırlısı olduğunu bilen bir insanı üzecek, korkutacak, endişelendirecek hiçbir şey yoktur. Bu insan, elinden gelen her çabayı gösterir, ancak bu çabanın da kaderinde olduğunu, ne yaparsa yapsın kaderinde yazılı olanları değiştirmeye güç yetiremeyeceğini bilir.

Kaderin Tam Anlaşılması İçin Kesin Bir İman, Allah’a Tam Bağlılık Gerekir

Hakiki iman için, Allah’ın herşeyi tek bir an içinde yarattığı iyi düşünülmeli ve kavranmalıdır. Bir kişinin ölümü de, doğumu da hep o tek bir anda yaratılmıştır. 10 yaşında düştüğü sırada dizinde oluşan yara, üniversiteyi kazandığı an, çocuklarının büyümesi kısacası her şey o tek bir an içinde yaratılır. Yazılan her harf, konuşulan her kelime o an içinde bellidir, sorulan sorular hep bellidir, içilen çayın miktarı, gidilen yerlerdeki detaylar hepsi en ince detayına kadar kaderdedir. O kişi daha doğmadan hatta onun annesi, büyükannesi, büyük büyük anneleri de doğmadan önce bu bellidir.

Kader Allah’ın dilemesiyle an içinde yaratılmış bir bütündür, parçalanamaz. Zamanı geldikçe biz bu bütüne şahit oluruz. Parçaların hepsi bir araya geldiğinde o insanın hayatı yani kaderi ortaya çıkar. 

Ciddi bir hastalık veya maddi açıdan sıkıntı yaşanması, kazaların, doğal afetlerin olması, yeni bir ev ya da araba alınması kısacası kişinin karşılaştığı her olay Allah’ın bilgisindedir, dolayısıyla istediği kadar tedbir alsa da bir insan kaderinde olanları yani başına gelecekleri değiştiremez.

Şu ana kadar yaşadıklarınızı düşünürseniz bunun çok açık bir gerçek olduğunu bir kere daha anlarsınız. Her ne kadar çabalarsanız çabalayın, olacak olanın önüne geçemediğinizi bilirsiniz.

Her insanın istediği bir yaşantı yani bir kader vardır: İyi bir okul, iyi bir yaşam, sağlıklı olmak. Bunların hepsi birer duadır. Ancak her zaman bu beklentiler istenildiği gibi gerçekleşmeyebilir örneğin işte başarısız olabilir, üniversiteyi kazanamayabilirsiniz, ciddi bir rahatsızlığa yakalanabilir, kanser olabilir ya da sakat kalabilirsiniz. İşte imanlı insanlar ve imansız insanlar arasındaki fark bu durumlarda ortaya çıkar.

İnananlar kendi istedikleri kadere değil, Allah’ın kendileri için takdir ettiği kadere razı olurlar. Bunu da güzellikle, neşeyle yaparlar ki bu hoşnutluk güçlü bir imanın göstergesidir. Her zaman, herşey istediğimiz gibi gelişmeyebilir ancak iman ediyorsak başımıza gelen her olay yine bizim için güzelliktir, olabilecek en hayırlısıdır. İçtenlikle sabreder, Allah’a tevekkül edersek bu hayırları hemen görürüz.

Kader gerçeğini kavrayabilen bir insan için yarın endişesi yoktur, üzüntü, sıkıntı yoktur, dert yoktur, kızgınlık yoktur. Bu kişi kendisi için Allah’ın herşeyi an an, en güzel şekilde yaratacağını bilir. Bu ise kadere teslimiyettir ve büyük bir konfordur.

www.zamangercegi.imanisiteler.com

Bazı insanlar, hayatları boyunca hep endişe ve korku içinde olurlar. Örneğin çocuklarının geleceği için çok endişelenirler. Onların hangi okulda okuyacağı, nasıl bir meslek sahibi olacağı, sağlığının nasıl olacağı, nasıl bir hayat süreceği gibi konularda tevekkülsüz bir gayret içindedirler. Oysa, her insanın, daha tek bir hücre olduğu halinden ilk okuma yazma öğrendiği ana, üniversite sınavında verdiği cevaplardan hayatı boyunca hangi şirkette ne iş yapacağına, hangi kağıtlara kaç kez imza atacağına, nerede ve nasıl öleceğine kadar her anı Allah Katında bellidir. Bu olayların tümü, Allah’ın hıfzında saklı olarak durmaktadır. O halde, her anı Allah’ın Katında yaşanmış, görülmüş ve halen Allah’ın hafızasında hazır bulunan bir hayat için endişelenmek, korku duymak, üzülmek büyük bir gaflettir. Ne kadar çabalarsa çabalasın, ne kadar kaygılanırsa kaygılansın bir insanın kendisi de, çocuğu da, eşi ve yakınları da kendileri için Allah Katında hazır bulunan hayatlarını yaşayacaklardır.

Sayın Adnan Oktar’ın Kader ile İlgili Hikmetli Açıklamaları

Bir yere bir tayin varsa tayini Allah yapar. Kader ne ise o olur. Her şeyi dizayn eden, yönlendiren, tayin eden, getiren, götüren hepsi Allah’tır. (A9 TV; 24 Ocak 2013)
Kader ince ince planlanmış, rahat etsinler. Aksi hiçbir şey yok kaderin içerisinde. Her şey hayırla, bereketle yaratılmış. Her şey güzellikle yaratılmış. Hep güzellik göreceğiz inşaAllah. (A9 TV; 12 Kasım 2012)

Dua, kaderi değiştirmez. Dua da kaderin içindedir ama bazen duayı Allah kaderin içerisinde bir güzellik için muhafaza eder. Önce duayı ettirir, sonra şifayı verir. Yani duayla şifa birlikte yaratılır. (A9 TV; 6 Kasım 2012)

Kader insana hakimdir, Allah’ın dilemesiyle. Allah herşeye hakimdir. (A9 TV; 1 Kasım 2012)

Kaderde olanlar oluyor. Kaderin dışında bir şey olmaz. Kader derken; tek bir an içerisinde Allah bütün olayları yapıp bitirdi. Biz o anı zaman olarak görüyoruz. Sonsuz kısa zaman olan anı, Allah bize zaman olarak gösteriyor. (A9 TV; 20 Eylül 2012)

Kaderin değişmesi mümkün değildir, imkansızdır. Yani hiçbir güç değiştiremez Allah’ın izniyle. Demiri bükebilirsin, çeliği kırabilirsin, dağı delebilirsin ama kaderi değiştiremezsin (A9 TV; 28 Ağustos 2012)

Üzüntü ne demektir? Haşa, Allah’ın yarattığını beğenmemek demektir. Kader bu şekilde. (A9 TV; 23 Ağustos 2012)

Yas tutmak Müslümana yakışmaz. Yas, Allah’ın yarattığı kadere isyan demektir. Allah şehit meydana getiriyorsa biz ona seviniriz. Biz de şehit olmak istiyoruz. (A9 TV; 22 Ağustos 2012)

Aslında insanlar kaderi tam bilseler çok rahat ederler. Tam kamil anlamda bilseler kader bir konfordur. Kaderi Allah en güzel şekilde yaratıyor. İnsanlar bazen beğenmiyor gibi oluyor ama halbuki onun için en güzeli o, en doğrusu o. (A9 TV; 30 Mayıs 2012)

Müslüman Kuran’la birlikte yaratılır, Musevi Tevrat’la birlikte yaratılır. Dünyada dinin yetişmediği-ulaşmadığı bir insan yoktur. Ve bu, tesadüfler sonucu olmaz, kaderde bir bütün olarak yaratılır. Kainatın tamamı metafiziktir. (A9 TV; 17 Şubat 2013)

www.kadernedir.com






13 Mayıs 2014 Salı

Üzülmenin, hiç kimseye ve hiçbir şeye faydası olmayan, boş, anlamsız ve tahrip edici bir tavır olduğunu görebilmek gerekir...

  

Üzüntü Allah'ın Kuran ayetleri ile yasakladığı bir tavır bozukluğudur. Allah'a iman eden, Allah'ın sonsuz güzel ahlakını, sonsuz gücünü bilen bir insan için üzülecek hiçbir şey yoktur. Allah, o kişinin kaderinde her ne yaratırsa yaratsın, bu, o kişi için olabilecek en değerli, en hikmetli, en güzel ve en hayırlı olandır.
Allah sonsuz adaletlidir. Allah kullarını çok sevendir. Allah mümin kulları için herşeyi ‘hayır’ olarak yaratandır. Allah acıyı, sıkıntıyı, zorluğu da yaratır; ancak tüm bunları, mümin kullarının çok daha güzel ahlaklı olabilmelerine ve ahirette çok daha güzel bir karşılık alabilmelerine vesile olması için yaratır. Dolayısıyla mümin, yokluk içinde de olsa, acı de çekse, hasta da olsa, yalnız da kalsa, kendince herşeyden mahrum ve mağdur durumda da kalsa (Allah'ı tenzih ederiz, Allah sonsuz adalet sahibidir), bunların hiçbirini bir üzüntü vesilesi olarak görmez. Elbetteki tüm bu şartların; sıkıntı ve acının, zorlukları vardır. İnsan maddi manevi pek çok açıdan gerçekten çok zorlandığı durumlarla karşılaşabilir. Ama makbul olan, bu şartlarda dahi kişinin, Allah'ın sevgisinden emin olması, Allah'ın rahmetini ummanın huzurunu, sevincini yaşamasıdır. Sıkıntılardan dolayı ümitsizliğe kapılmaması (Allah'ı tenzih ederiz), acı ve zorlukları ‘dünya hayatının ‘üzülünmesi gereken durumları’ olarak görmemesi’dir.
İnsanlara çok küçük yaşlarından itibaren öğretilen bazı inançlar vardır. Bunlar genellikle toplumda hakim olan anlayışın birer parçasıdır. Bir insanın nelerden korkması, nelere sevinmesi, nelere küsmesi, nelere üzülmesi gerektiği gibi tüm bilgiler, bu yaşlarda insanlara aşılanır. İnsanların, hoşlarına gitmeyen bir durumla karşılaştıklarında hemen üzülmeye meyletmelerinin bir sebebi de, işte kendisine yıllar boyu verilmiş olan bu telkinlerdir.
Nefsin insanı hüsrana, ümitsizliğe, üzüntüye, çözümsüz ve çaresiz olduğuna inandırmaya karşı bir eğilimi zaten vardır. Buna bir de toplumdan alınan telkinler eklendiğinde, -iradesini, aklını, vicdanını kullanmayan pek çok insan- kendini kolaylıkla üzüntüye bırakır. Üzüntünün içine tam girdiğinde ise, genellikle bu kişiyi, dışarıdan bir müdahaleyle aklı başında, tutarlı, dengeli bir çizgiye çekebilmek çok zor hale gelir. Böyle insanlar genellikle üzüntüyü bir hayat şekli olarak benimserler. Allah'ın gücünü, adaletini, merhametini, sevgisini, dualara karşılık veren ve herşeyi hayırla yaratan olduğunu düşünmek istemezler. Bunun yerine sürekli olarak (Allah'ı tenzih ederiz) sözde ne kadar mağdur olduklarının delillerini düşünüp düşünüp kendilerini daha da üzecek bir hale sokmayı tercih ederler.
İnsan gerçekten çok acı çekebilir. Ve bunu dışarıdan bakan insanlar tam olarak anlayamayabilirler. Bu durumun kişiye verdiği fiziksel ya da ruhsal rahatsızlığın boyutlarını tahmin edemeyebilirler. Ama her ne olursa olsun, hiçbir konuda çözüm üzülmek değildir. Üzülmek, herşeyden önce Allah'ın haram kıldığı bir davranıştır. Müminin yalnızca bu bilgiyi bilmesi, derhal bu tavırdan uzaklaşıp sakınması için yeterlidir.
 Bunun yanında bir insanın kendi kendine şu soruları mutlaka sorması gerekir:
 - Üzülmek, benim içerisinde bulunduğum durumu değiştirmeye herhangi bir katkı sağlıyor mu?
- Üzülünce, konular çözüme kavuşuyor mu?
- Üzüntü bana herhangi bir yönden herhangi bir fayda sağlıyor mu?
- Üzüntüm, hayatımı olumlu yönde etkiliyor mu?
 Bu soruların hiçbirinin cevabında üzüntüyü makul gösteribilecek bir delil yoktur. Üzüntünün insana herhangi bir açıdan ve çok küçük dahi olsa, getirdiği hiçbir fayda yoktur. Üzülmesi, kişinin içerisinde bulunduğu şartların değişmesine hiçbir etki etmeyen bir tavırdır. Üzüldüğünde, sıkıntılarından kurtulması da söz konusu olmaz. Üzüntünün, kendisini rahatlatan, konfor ve katkı sağlayan herhangi bir yönü de yoktur. Ve üzüntü, hiçbir zaman için bir insanın hayatını olumlu yönde de etkilemez.
 Peki üzüntü insana neler yapar?
 - Üzüntü insanı, fiziksel olarak da, manen de sadece tahrip eder.
- İnsanın aklını kapatır, doğru düşünmesini, olaylara gerçekçi yaklaşmasını, çözüm yollarını görebilmesini tamamen engeller.
- Kişinin bütün gücünü çekip alır. Böyle bir insan, fiziksel olarak da, manevi olarak da çok zayıf düşer. Mücadele edecek, çaba harcayacak gücü neredeyse hiç kalmaz.
- Üzüntü, insanı hızla yaşlandırır.
- İnsanı hasta eder. Böyle bir kimse, ardı ardınca sürekli olarak yepyeni hastalıklarla karşılaşır. Vücut direncini kaybeder, bünyesi her türlü rahatsızlığa çok daha açık hale gelir.
- Mutsuzdur. Ve daimi olarak mutsuzdur. Güzellikler, iyilikler onu mutlu etmeye yetmez.
- Çevresindeki nimetleri göremez.
- Üzüntüyü sevmeye başlar. Sürekli olarak acılarını, sıkıntılarını düşünüp daha da çok üzülmek ister.
- Üzüntüden kurtulma, üzüntüyle mücadele etme azmini kaybeder. Her fırsatta kendini üzüntüye bırakmayı bir hayat şekli haline getirir.
- Yalnızlığı sevmeye başlar. Yalnız kalıp, üzüntülerini düşünmek, kafasında kurduğu senaryolara hüzünlenmek, geleceğe yönelik ümitsiz (Allah'ı tenzih ederiz) beklentilere kapılmak, ağlamak, ona çevresindeki pek çok nimetten daha çekici gelir.
- Yaşama sevincini ve yaşama azmini kaybeder.
 Burada kısaca özetlenen birkaç detay bile, üzüntünün insana hiçbir fayda sağlamadığını ve tam aksine hem fiziksel hem de manevi açıdan insanda büyük tahribatlara yol açtığını açıkça ortaya koymaktadır. Üzüntü çok büyük bir vakit kaybıdır. Faydalı hiçbir yönü yoktur. İnsanı tahrip eden bir sistemdir. Dolayısıyla insanın kendisini üzüntüye bırakması çok büyük bir akılsızlıktır. Aynı zamanda kendi amacına da tam olarak zıttır. Kişinin hedefi, yaşadığı sıkıntılardan kurtulabilmektir. Üzüntü ise, kurtarmak bir yana dursun, insanı yepyeni sıkıntılar içine sokan bir başka sıkıntı şeklidir.
Her insanın, üzüntü konusundaki bu önemli gerçeği görebilmesi son derece önemlidir. Aklını kullanan bir insanın, kendisine hiçbir faydası olmayan, sadece tahribat yapan, zarar veren, sıkıntıya sokan bir sistemi güzel görüp kabul etmesi mümkün değildir. Gelenekler, eski alışkanlıklar, toplumdaki genel tepkiler üzülmeyi her ne kadar makul gösterirse göstersin, aklı olan bir insan bu telkinlerin etkisinden çıkmasını bilmelidir.
Bir insana vücudunu tamamen zehirleyecek bir madde verilse, ‘Al bunu iç’ dense, ‘Niye içeyim, bu çok tehlikeli olur, içmem’ der ve bu maddeden kesin olarak uzak durur. Aksini yapmanın büyük bir akılsızlık olacağını çok net bir şekilde görür. İşte üzüntünün de bundan bir farkı yoktur. Nasıl ki insan zehirli bir maddenin vücuduna, aklına, hayatına vereceği zararı görüp bundan sakınıyorsa, aynı şekilde üzüntünün de etkilerini görüp, bundan zehirden sakınır gibi sakınmalıdır.
Allah, üzüntünün tahribatını insanlara özel olarak göstermektedir. Her insan, bir başkasının kendisine anlatmasına gerek kalmadan, kendi hayatında üzüntünün zararlı etkilerini açıkça tecrübe ederek görmektedir. Bu da Allah'ın rahmetinin bir tecellisidir. Yoksa Allah üzüntüyü haram kıldığını Kuran ayetleriyle insanlara bildirmiştir. Ancak bu şekilde Allah, insanların aklen ve vicdanen de bu ahlak bozukluğunu farkedip sakınmaları için onlara bir yol göstermektedir.
Ayrıca insanın neşeleneceği, sevinç duyacağı, mutlu olacağı o kadar çok şey vardır ki dünyada, bunları görmezden gelebilmek de mümin için mümkün değildir.Kullarını çok seven, onların tüm dualarına karşılık veren, sonsuz merhamet sahibi, sonsuz adaletli, sonsuz akıllı, sonsuz yaratma gücüne sahip ve sonsuz kudretli bir Rabbimiz olduğunu bilmek ve Allah'a bu bilgiyle gönülden iman etmek, dünyadaki en büyük nimetlerden biridir. Allah kulları için saymakla bitiremeyecekleri kadar çok nimet yaratmıştır. Ve Allah güzel huylu olan, samimi olan kullarını, Kendi rızasıyla, sonsuz cennet hayatıyla ve sonsuz nimetleriyle müjdelemiştir.
İnsan dünyanın en zor şartları altında bile olsa –ki bu zorluklar da Allah'ın rahmetinin birer tecellisi ve hayırla yaratılan imtihan vesileleridir-, bu büyük nimetlerin sevinci, insanın üzülmemesi, mutlu olması ve ümitvar olması için yeterlidir. 
 Andolsun, Sebe' (halkı)nın oturduğu yerlerde de bir ayet vardır. (Evleri)Sağdan ve soldan iki bahçeliydi.(Onlara demiştik ki:) "Rabbinizin rızkındanyiyin ve O'na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var)." (Sebe Suresi, 15)
 Çünkü O, ilkin var eden, (sonra dirilterek) döndürecek olandır.
O, çok bağışlayandır, çok sevendir.
Arşın sahibidir; Mecid (Pek Yüce)dir.
Her dilediğini yapıp-gerçekleştirendir.(Büruc Suresi, 13-16)


Ümitvar olmak bir mümin vasfıdır

 

"Elinizden geldikçe kendinizi dünya işlerine fazla kaptırmayın. İbadet için kendinize vakit ayırın. Zira kimin amacı sırf dünya olursa, Allah işlerini dağıtır. Fakirliği devamlı aklına getirir. Kimin de amacı ahiret ise, Allah işlerini toparlar, huzurunu artırır. Zenginliği kalbine yerleştirir. Hakkında hayırlı olan herşeyi hızla ona yaklaştırır." (Hz. Muhammed)


İman eden bir kimse, herşeyini yitirmiş olsa dahi, yine de en ufak bir ümitsizliğe kapılmadan, sabırla, şevkle herşeye en baştan başlayabilir. Sahip olduğu bu şevk, imanından, Allah'a karşı duyduğu sevgi ve güvenden, Kuran ahlakını benimsemiş olmasından ve dünya hayatının geçiciliğini kesin olarak kavramış olmasından kaynaklanır. Gelecekten yana hep ümitvar olan tavrı, olayların hep güzel yönlerini gören tutumu hayatı boyunca karşılaştığı bütün olaylarda kendini gösterir.
Ümit etmek Kuran'da müminlerin önemli bir vasfı olarak belirtilmiştir. Ümitvar olmak aynı zamanda kişinin imanının da bir göstergesidir. İnsan imanı ölçüsünde Allah'tan umut eder, O'nun rahmetine ve sonsuz nimetlerine kavuşmak için büyük bir özlem duyar. Çünkü Allah iman edenlere hem bu dünyada hem de ahirette çok büyük güzellikler vaat etmiştir. Kişi de Allah'a olan güveni, yakınlığı, teslimiyeti ve samimiyeti derecesinde bu nimetlere kavuşmayı ümit eder. Herşeyin yalnızca Allah'ın dilemesi ile olduğunu bildiği için hiçbir konuda üzüntüye, karamsarlığa ve ümitsizliğe düşmez. Allah'ın müminlerin dualarına icabet eden olduğunu bildiği için, en kötü görünen bir olayın bile imtihan ortamının bir parçası olduğundan ve eninde sonunda müminler için mutlaka hayra dönüşeceğinden kuşku duymaz.

Etrafımızda olan biten herşey Allah'ın "ol" demesiyle olur. Her an herşey, karşımıza çıkan her görüntü Allah'ın dilemesiyle yaratılır. Hiçbir şey başıboş ve kendi haline bırakılmış değildir. Herşey Allah'ın belirlediği bir kader üzere yaşanır. Allah'ın herşeye gücü yeter.

Bunun bilincinde olan mümin de, en olumsuz şartlarda, en sıkıntılı gibi görünen durumlarda bile Allah'ın rahmetinden ve yardımından ümidini kesmez. Zorluklara sabreden, Allah'tan umudunu kesmeyen ve hiçbir şartta Allah'ın hükümlerinden taviz vermeyenler hem dünyada hem de ahirette müjdelenmişlerdir.

Kuran'da müminlerin sürekli Allah'tan umut eden bir ruh hali içinde olduklarını görürüz. Gerçekten de samimi olarak iman eden bir kimse Rabbimizi Kuran'da tarif edildiği gibi tanıyıp takdir eder ve bunun sonucunda, Allah'ın kendi üzerindeki rahmetini ve nimetini fark eder. O'nun müminlerin dostu ve yardımcısı olduğunu, onlara karşı sonsuz şefkatli ve merhametli olduğunu, Allah'ın salih kullarını hem bu dünyada hem de ahirette büyük bir mükafatla müjdelediğini ve Allah'ın kesinlikle vaadinden dönmeyeceğini bilir. O'nun kendisi için hep hayırlı ve güzel olanı dilediğini, kendisine rahmet ve hidayet kapılarını açtığını, önüne sayısız ecir fırsatı serdiğini görür.
İşte, böyle bir bilince sahip olan mümin Rabbi'ne karşı sürekli ümitvar bir tutum içinde olur, O'ndan dünyada da ahirette de herşeyin en güzelini ve en hayırlısını umut eder. Çünkü Allah'a iman edip teslim olmuştur ve Allah mümin kullarına sonsuz rahmetinden vaat etmiştir. Kuran'ın pek çok ayetinde Allah'ın müminlere güzel bir karşılık verdiğini, onlara fazl, ihsan ve rahmetini müjdelediğini görürüz:
"İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır. Rableri onlara katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisine sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler." (Tevbe Suresi, 20-21)






10 Mayıs 2014 Cumartesi

Allah'a karşı derin bir saygı samimi imanın önemli alametlerindendir

Allah'a, dine, Kuran'a, Peygamber (sav)'e, meleklere, mukaddesata ve tüm manevi değerlerimize karşı içten bir saygı samimi imanın önemli alametlerinden biridir. Allah, Kuran'da Peygamberlerin ve salih müminlerin saygı dolu bir korku ile Allah'tan korktuklarını, haşyetle Allah'ı andıklarını, kalplerinin Allah korkusuyla yumaşadığını, derin korkuları vesilesiyle sağlam ve kamil bir imana sahip olduklarını haber vermiştir. Dolayısıyla tüm Müslümanların Allah'ı anarken, Peygamberimiz (sav) ve tüm Peygamberlerden bahsederken, dini konular hakkında konuşurken son derece titiz ve özenli olmaları gerekir.
Allah'a karşı saygıya uygun olmayan bir üslup hem kişinin ahirette büyük bir sorumluluk yüklenmesine, hem de kendisini dinleyen zayıf imanlı veya imanı bilmeyen kimselerin olumsuz etkilenmesine sebep olacaktır. Her Müslümanın böyle bir konuma düşmekten şiddetle sakınması gerekir.
 MÜMİNLERİN ALLAH'A DERİN SAYGILARI
 
Gerçekten, Rablerine olan haşyetlerinden DOLAYI SAYGIYLA KORKANLAR(Müminun Suresi, 57)
Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. RABLERİNDEN İÇLERİ SAYGI İLE TİTRER, kötü hesaptan korkarlar. (Rad Suresi, 21)
Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O'nu görmedikleri halde) BİR HAŞYET İÇİNDEDİRLER ve onlar, kıyamet saatinden 'içleri titremekte olanlardır.' (Enbiya Suresi, 49)
Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak Biz'e dua ederlerdi. BİZ'E DERİN SAYGI GÖSTERİRLERDİ. (Enbiya Suresi, 90)
Şayet Biz bu Kur'an'ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu ALLAH KORKUSUNDAN SAYGI İLE BAŞ EĞMİŞ, PARÇA PARÇA OLMUŞ GÖRÜRDÜN. İşte Biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz. (Haşr Suresi, 21)
İman edenlerin, Allah'ın ve haktan inmiş olanın zikri İÇİN KALPLERİNİN 'SAYGI VE KORKU İLE YUMUŞAMASI' ZAMANI gelmedi mi? Onlar, bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasık olanlardı. (Hadid Suresi, 16) 
Ki Allah'a ve Resûlü’ne iman etmeniz, O’nu savunup-desteklemeniz, O’NU EN İÇTEN BİR SAYGIYLA-YÜCELTMENİZ ve sabah akşam O'nu (Allah'ı) tesbih etmeniz için. (Fetih Suresi, 9)
Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, SAYGIYLA (ALLAH'TAN) KORKAN ERKEKLER VE SAYGIYLA (ALLAH'TAN) KORKAN KADINLAR, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzap Suresi, 35)
Şüphesiz, Kitap Ehlinden, Allah'a; size indirilene ve kendilerine indirilene -ALLAH'A DERİN SAYGI GÖSTERENLER OLARAK- İNANANLAR VARDIR. Onlar Allah'ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri Katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Al-i İmran Suresi, 199)
 Dünyadayken, Allah ve İslam hakkında saygıya uygun konuşmalar yapmayanlar, kendilerince alaycı bir üslup kullananlar, insanların Allah'a olan saygı ve sevgisini zayıflatacak bir tavır içinde olanlar, ahirette Allah'ın huzuruna çıktıklarında bunların hiçbirini yapmayacaklar ve yaptıklarından dolayı da derin bir pişmanlık yaşayacaklardır.
KAFİRLERİN VE MÜNAFIKLARIN ALLAH’IN HUZURUNDAKİ YÜZ İFADELERİ VE KONUŞMA ÜSLUPLARI
 
O gün, kendisinden sapma imkanı olamayan çağırıcıya uyacaklar. Rahman (olan Allah)a karşı sesler kısılmıştır; artık bir hırıltıdan başka bir şey işitemezsin. O gün, Rahman (olan Allah)'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz. (Taha Suresi, 108-109)
Onları görürsün; zilletten başları önlerine düşmüş bir halde, ona (ateşe) sunulurlarken göz ucuyla sezdirmeden bakarlar. İman edenler de: "Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendi nefislerini, hem yakın akraba (veya yandaş)larını da hüsrana uğratmışlardır" dediler. Haberiniz olsun; gerçekten zalimler, kalıcı bir azab içindedirler. (Şura Suresi, 45)
"Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir." (Lokman Suresi, 19)
Öyleyse sen onlardan yüz çevir. O çağırıcının 'ne tanınmış, ne görülmüş' bir şeye çağıracağı gün...Gözleri 'zillet ve dehşetten düşmüş olarak', sanki 'yayılan' çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar. Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kafirler derler ki: "Bu, zorlu bir gün." (Kamer Suresi, 6-8)
Gözleri 'korkudan ve dehşetten düşük, kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi. (Kalem Suresi, 43)
(Ey Muhammed,) Allah'ı sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından habersiz sanma, onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir. Başlarını dikerek koşarlar, gözleri kendilerine dönüp-çevrilmez. Kalbleri (sanki) bomboştur. (İbrahim Suresi, 42-43)
(Kıyametin) Geleceği günde, O'nun izni olmaksızın, hiç kimse söz söyleyemez. Artık onlardan kimi 'bedbaht ve mutsuz', (kimi de) mutlu ve bahtiyardır. (Hud Suresi, 105)
Andolsun Rabbine, biz onları da, şeytanları da mutlaka haşredeceğiz, sonraonları cehennemin çevresinde diz üstü çökmüş olarak hazır bulun duracağız. (Meryem Suresi, 68)




''Muhalefet ruhu''ndan sakınmak: Uyumlu olmak, güzel bir mümin alameti ve önemli bir sevgi vesilesidir...

Bazı insanlar toplumda diğerlerine kıyasla daha çok sevilir ve daha çok tercih edilirler. Bunun önemli sebeplerinden biri, bu kimselerin ‘uyumlu olmanın önemini keşfetmiş olmaları’dır.
Hemen herkes hayatı boyunca uyumsuz insanlara sıklıkla rastlamıştır. Bu kimseler çevrelerinde olup biten, etraflarında konuşulan hemen her konuda, neredeyse amaçsız denilebilecek bir ‘muhalefet ruhu’içindedirler. Asıl istedikleri doğruyu bulmak, yanlış bir şeyi düzeltmek, isabetsiz bir şey yapılmasına engel olmak ya da daha iyi bir alternatifi uygulamak değildir. Hiçbir sebebi olmaksızın; mantıklı ya da mantıksız, herşeyde bir‘karşı fikir’ geliştirme eğilimi içerisindedirler.
Kuşkusuz ki insanları bu ‘muhalefet ruhu’na iten ve sürekli ‘aksilik modu’nda yaşamalarını teşvik eden ‘şeytan’dan başkası değildir. Şeytan kişinin vicdanlı, akılcı, tevekküllü, şükredici, hoşgörülü, Allah'ın yarattıklarından razı olan, çevresine karşı güzel ahlak gösteren bir insan olmasını istemez. Kendisi gibi isyankar, nankör, tevekkülsüz, şükredici olmayan, uyum sağlayamayan, başkalarına tabi olamayan, alttan alıp tevazu gösteremeyen bir kimse olmasını ister.
Şeytanın etkisi altına giren kişiler de, işte hemen her yerde ve her konuda bu özellikleriyle dikkat çekerler. Örneğin bir topluluk içerisinde herkes ortak bir şey yapmaya karar verdiğinde, böyle bir kişi buna katılmak istemez. Herkes eğlenirken o bir kenarda oturur. Güzel bir espri yapıldığında herkes gülerken, bu kişi gülmez. Bir sohbet olduğunda, o sessiz kalmayı tercih eder. Herkes dışarı çıkmak istediğinde, o evde oturmak ister. Herkes uyumak istediğinde, o oturup birşeyler yapmak ister. Bir şeyi beğenip beğenmediği sorulduğunda, mutlaka bir kusur bulur. Bir konuda bir fikir vermesi istendiğinde “aklıma bir şey gelmiyor” gibi karşı tarafı hoşnut etmeyecek bir cevap verir. Bir sorun çözülmeye çalışıldığında, mutlaka zorlaştırıcı bir tavır gösterir. Çok küçük bir fedakarlıkla halledilebilecek bir konu olduğunda, buna asla yanaşmaz; bunun yerine başkasının fedakarlık yapmasını ister. Yardım istendiğinde bir bahaneyle mutlaka reddeder. Etrafında bir sürü güzellik varken, olumsuz tek bir yönü dile getirip durur. Herşeyden şikayet eder. Kendisine bir hediye alındığında ya da hoşuna gideceği düşünülerek bir güzellik - iyilik yapıldığında, doyurucu şekilde nezaket gösterip teşekkür etmek yerine, kendisine sunulan şeyde bir kusur bulup onu dile getirir. Bir şey ikram edildiğinde canı istemese bile nezaket gösterip almak yerine, “canım istemiyor” gibi kaba bir üslupla karşı tarafı reddeder.
İşte böyle bir kişi, bu ve buna benzer tavır ve üslupların toplamında “uyumsuz” bir insan haline gelir. Hep aksilik çıkaran, muhalefet eden, zorlaştıran, bahane bulan, olumsuzlukları dile getiren, söylenen, hiçbir şeyden memnun olmayan, kanaat getirmesini bilmeyen bir insan modeli oluşur.
Halbuki insan fıtratı, kolaylaştıran, rahatlatan, kendinden fedakarlık etmesi gerekse de, bunu karşı tarafa hissettirmeden yapan, makul olan herşeye uyum gösteren insanlarla rahat edecek şekilde yaratılmıştır. Böyle bir insan gerçekten gerekli bulduğu noktalarda, aklın ve vicdanın gerektirdiği şekilde muhalefet etse de, bu karşı tarafı hiç rahatsız etmez. Çünkü akılcı, mantıklı ve vicdanlı bir muhalefet, karşı tarafın hoşnutsuzluk duyacağı değil, aksine faydalanacağı bir müdahaledir. Çünkü yanlış bir şey yapacakken doğru olanı tespit etmiş olmak, o kişinin de menfaatinedir.
Uyumlu insanlara da toplumda pek çok insan aşinadır. Diğer insan karakterlerine göre daha nadir rastlanan bu insanlar, çevrelerindeki herkes tarafından çok sevilirler. Biri güzel bir söz söylediğinde hemen onu tamamlayıcı bir karşılık verirler. Kendilerine bir iltifat edildiğinde onlar da hemen daha güzeliyle bir iltifatta bulunurlar. Bir espiri yapıldığında, hoşlarına gitse de gitmese de ya da yeteri kadar güldürücü olsa da olmasa da hemen karşı tarafı onore eden bir söz söylerler. Karşı taraf makul bir teklifte bulunduğunda, kendi canları çok istemese de hemen o kişinin tercihinden yana tavır koyarlar. Yanlarındaki insanlar ciddi bir işle meşgul oluyorsa, hemen dikkat dağıtmayacak şekilde bir tavır sergilerler. Eğer neşeli eğlenceli bir ortam varsa, bu sefer de canlı, konuşkan, aktif bir tavra geçerler. Birkaç kişi birlikte yemek yiyeceği zaman, hemen karşı tarafın sevdiği ve istediği yemekten yana tercihte bulunurlar. Kendileri dinlenmek isterken, karşı taraf geniş çaplı ve yardım gerektiren bir işe girişecek olursa, kendi durumlarını hiç hissettirmeden hemen gidip yardıma koyulurlar.
Böyle insanların olduğu yerlerde tartışma ortamı hemen hemen hiç olmaz. Çünkü bu kişiler kendileri yatıştırıcı oldukları gibi, muhalefet ruhuyla hareket edenleri de yatıştıracak bir etki gösterirler.
Cahiliye toplumlarında da bazen kimi insanlar, çeşitli amaçlarla buna benzer bir karakter gösterebilirler. Kimi zaman arkadaş edinmek, kimi zaman karşı tarafa kendilerini sevdirebilmek, kimi zaman da menfaat elde edebilmek gibi düşüncelerle çevrelerindeki insanlara karşı çok candan ve uyumlu bir tavır sergiler. Ancak elbette ki bu çok kısa süreli, geçici ve aldatıcı bir kişiliktir.
Bir insanın Allah korkusundan dolayı çevresindeki insanlara karşı uyumlu, yatıştırıcı, pozitif, tamamlayıcı, rahatlatıcı, sevecen bir karakter göstermesi ise çok güzel bir mümin alameti ve çok önemli bir sevgi sebebidir. O kişinin vicdanının, aklının, Allah korkusunun, imanının, iradesinin, samimiyetinin, sevgisinin ve sağlam kişiliğinin bir göstergesidir. Ve bu geçici değil, sabit bir karakter özelliğidir.
Müminin bu konudaki samimiyeti ise, ‘asla vicdanen yanlış olduğuna inandığı bir konuda çevresine uyum göstermemesiyle’ anlaşılır. Doğru olmayan bir tavra, güzel olmayan bir söze, alaycı bir espiriye, yanlış bir karara, haram bir fiile, Allah'ın hoşnut olmayacağı bir tavır ya da söze, güzel olmayan bir ahlaka, nezaketsiz, hoşgörüsüz, merhametsiz, saygıdan yoksun bir tavra asla uyum göstermez. Kendisi uyum göstermediği gibi, bu ahlakı sergileyen kimseye de, hiç çekinmeden en güzel sözle mutlaka bunun doğrusunu gösterir.
Bu nedenle iman eden her insanın, bu önemli karakter özelliği üzerinde düşünüp gün boyunca “Müslümanlara karşı güzel ahlakta nasıl daha uyumlu tavırlar sergileyebilirim?” , “nasıl daha candan ve pozitif olabilirim?”, “Allah'ın ve Müslümanların sevgisini nasıl daha fazla kazanabilirim?” diye aklını yorması gerekir. Böyle düşünerek vicdanını zorlayan bir insan, gün boyunca karşısına bu ahlakı gösterebileceği yüzlerce detay çıkacağını görecektir. Tüm bunlarda olabilecek en güzel tavrı seçip uygulamak, –inşaAllah- Allah'ın rızasına da en uygun olan tavır olacaktır.

6 Mayıs 2014 Salı

Batıda yaşayan Müslümanlar İslam'ın barışsever ve sevgi dolu ahlakını en güzel şekilde temsil etmekle yükümlüdürler

Müslümanlar Allah’ın rahmetiyle kendilerine iman ve hidayet verilmiş müstesna insanlardır. Allah onları seçmiş, onlara Kendinden bir nur ve anlayış nasip etmiştir. Tarih boyunca bütün müminler; peygamberler ve onları izleyen inananlar Allah’a büyük bir sadakat göstermişler, her şart ve ortamda gönülden Allah’a yönelip dönmüşler, var güçleriyle hakkı savunmuş, insanlara iyiliği emretmişlerdir. Bugün de biz Müslümanlara düşen, peygamberlerin ve onları izleyen müminlerin dinde ve güzel ahlakta gösterdikleri kararlılığın aynısını göstermek, maddi manevi bütün imkanlarımızı seferber ederek Allah’ın varlığını, birliğini ve O’nun emir ve tavsiyelerini insanlara tebliğ etmektir. Özellikle gençliğin gönülden Allah’a bağlı, Allah’ı çok seven ve O’ndan çok korkan dindar bireyler olarak yetişmelerine vesile olmak bütün dünya Müslümanları üzerine düşen en önemli görevlerden biridir.

Öte yandan her Müslüman hal ve tavırlarıyla da Allah’ın dinini en güzel şekilde temsil etmekle yükümlüdür. Müslümanlar Peygamber Efendimiz (sav)’in Allah’a yakınlığını, Allah’a boyuneğiciliğini, tevazusunu, temizliğini, sevecenliğini, candanlığını örnek almalı, onun güzel ahlakta gösterdiği kararlılığı aynı şekilde göstermeli, Peygamberimiz gibi samimi, insanlara karşı onun gibi şefkatli, hoşgörülü, onun gibi merhametli olmalıdırlar.

Batı’da yaşayan Müslüman kardeşlerimiz de gerek Allah’ın varlığını ve birliğini gerekse Allah’ın emrettiği güzel ahlakı insanlara tebliğ etme konusunda - tüm Müslümanlar gibi - birinci dereceden sorumludurlar. Nitekim Kitap Ehli ile aynı topraklarda yaşamaları, onların bu sorumluluk ile doğrudan mutahap olmalarına vesile olmaktadır. Dolayısıyla Batı ülkelerinde yaşayan takva sahibi her Müslüman, İslam dinini tanımayan kişilere İslam’ın güzelliğini en güzel şekilde anlatmakla birebir yükümlüdürler. Ayrıca Allah’ın Bir ve Tek İlah olduğunu, her yeri sarıp kuşattığını, ahiretin kesin bir gerçek olduğunu, insanın dünyada işlediği her amelden hesaba çekileceğini onlara haber vermeli, insanların ortak koşmaksızın doğrudan Allah’a yönelmelerine vesile olmak için gayret etmelidirler. Tüm bu ibadetleri gereği gibi uygulayan bir Müslüman, hakkı izlemiş, peygamberlerin izinden gitmiş olacaktır.

İşte tüm peygamberlerde tecelli eden bu cesur ve kararlı Müslüman ruhunu ve Allah’ın emrettiği güzel ahlakı bütünüyle benimsemiş olan bir Müslüman, hayatının her anında asil tavırlar sergileyecek, doğal ve samimi davranışlarda bulunacak, Kuran dışında hiçbir ahlak modelini üzerinde barındırmayacak ve dolayısıyla tertemiz, haysiyetli bir ruha, derin bir vicdana ve son derece yüksek bir kaliteye sahip olacaktır.

Batı ülkelerinde yaşayan Müslüman kardeşlerimizin üzerine düşen diğer bir önemli sorumluluk da, Kitap Ehli’ne Peygamberimiz (sav) gibi şefkat ve hoşgörü ile yaklaşmak, dostumuz olduklarını onlara hissettirmektir. Bilindiği gibi Peygamberimiz (sav) zamanında Hıristiyanlar ve Museviler son derece rahat ve huzurlu bir ortamda yaşamışlardır.

Peygamberimiz (sav) onlara karşı çok şefkatli davranmış, onların davetlerine gitmiş, yemeklerini yemiştir, Musevilerden alışveriş yapmış, ashabını ve sahabeleri de onlardan alışveriş yapmaya teşvik etmiştir. O devirde, Hıristiyanlar ve Museviler nasıl cennet hayatı gibi rahat ve huzurlu bir hayat yaşadılarsa, bu dönemde de aynı huzur ve güveni onlara hissettirmek bugün bütün Müslümanların görevidir. Batı ülkelerinde yaşayan kardeşlerimiz de Resulullah Efendimiz (sav)’in bu sünnetini yerine getirmekle görevlidirler.
5bgeqfm1

KİTAP EHLİ İLE İLGİLİ AYETLER

Kitap Ehli'nin İçinde İman Edenler Olduğu ve Güzel Yönleri
Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır....(Al-i İmran Suresi, 110)

Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. (Al-i İmran Suresi, 113)

Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. (Al-i İmran Suresi, 114)

Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir.  (Al-i İmran Suresi, 115)

Şüphesiz, Kitap Ehlinden, Allah'a; size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah'a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar Allah'ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri Katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Al-i İmran Suresi, 199)

Bu (Kur'an)dan önce, kitap verdiklerimiz buna inanmaktadırlar. (Kasas Suresi, 52)

Onlara okunduğu zaman: "Biz ona inandık, gerçekten o, Rabbimiz'den olan bir haktır, şüphesiz biz bundan önce de Müslümanlar idik" derler. Kasas Suresi, 53)
Hz. Muhammed'e Kuran İndirildiği İçin Sevinenler

İçlerinden İman Edenler İçin Korku Yoktur
Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler(den kim) Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah Katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 62)

Kendilerine verdiğimiz Kitab'ı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim de onu inkar ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Bakara Suresi, 121)

İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel din'li kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir. (Nisa Suresi, 125)

Ancak onlardan (Yahudilerden) ilimde derinleşenler ile mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. Namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar; işte bunlar, Biz bunlara büyük bir ecir vereceğiz. . (Nisa Suresi, 162)
Kitap Ehli'nin Yemeğinin Müslümanlara Helal Olması
Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı. (Kendilerine) Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir. Mü'minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı.) Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır. (Maide Suresi, 5) Deyin ki: "Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız." (Bakara Suresi, 136)

Şayet onlar da, sizin inandığınız gibi inanırlarsa, kuşkusuz doğru yolu bulmuş olurlar; yok eğer yüz çevirirlerse, onlar elbette bir (çelişki ve) aykırılık içindedirler. Sana onlara karşı Allah yeter. O, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 137)
Müslümanların Kitap Ehli'ne Daveti
De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız." (Al-i İmran Suresi, 64)

Doğrusu, insanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar ve bu peygamber ile iman edenlerdir. Allah, mü'minlerin velisidir. (Al-i İmran Suresi, 68)
Elçiyi Tanımaları
Bizim kendilerine kitap verdiklerimiz, onu, çocuklarını tanır gibi tanırlar. Kendilerini hüsrana uğratanlar; işte onlar inanmayanlardır. (En’am Suresi, 20) 
De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahid olun, biz gerçekten müslümanlarız." (Al-i İmran Suresi, 64)

Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı. (Kendilerine) Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir. Mü'minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı.) Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır. (Maide Suresi, 5)

Şüphesiz, Kitap Ehlinden, Allah'a; size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah'a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar Allah'ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Al-i İmran Suresi, 199)

Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir. (Nahl Suresi, 125)

...Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: "hıristiyanlarız" diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir. (Maide Suresi, 82)

İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: "Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuz." (Ankebut Suresi, 46)

...Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir. (Al-i İmran Suresi, 113-115)

 Gerçek şu ki, iman edenlerle yahudiler, sabiîler ve hıristiyanlardan Allah'a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. (Maide Suresi, 69)

Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. (Mümtehine Suresi, 8)
 
5bgeqfm1

PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)' İN EHLİ KİTAP İLE İLGİLİ BAZI HADİSLERİ
1. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
    "Bir zimmiyi (sorumluluk altına alınan kişi) haksız yere öldüren cennetin kokusunu duyamaz. Halbuki onun kokusunu kırk yıllık yoldan duyabilir." (Buhari, Cizye, 5)
2. Peygamber Efendimiz (sav),
    "Her kim zımmiye zulmeder veya taşımaktan aciz olduğu yükü yüklerse, o kimsenin hasmıyım"
3. "Kim bir muahime zulmeder veya gücünün üstünde bir iş yükler ya da zorla ondan bir şey alırsa kıyamet günü ben onun hasmıyım."
(Ebu Davud, Harac, 31-33)
4. "Kim bir zimmiye eziyet ederse ben onun davacısıyım. Ben kime (bu dünyada) davacı olursam, kıyamet gününde de davacı olurum."
(Acluni, Keşfu'l-Hafa' II, 218)
5. Hz. Peygamber buyuruyor:
    "Sakının! Kim, böyle insanlara (yani kendileriyle anlaşma yapılmış olanlara) zalim ve sert olursa, onların haklarını kısarsa veya tahammül edebileceğinden fazlasını yüklerse veya hür iradeleri dışında onlardan bir şey alırsa, hüküm günü onlardan ben davacı olacağım."  (Ebu Davut, Cihat; (İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A'la-El Mevdudi, Hilal Yayınları, 1967, s. 71)
6. Hz. Ömer zamanında fethedilen ülkelerin hiçbirinde, tek bir ibadet yerine bile, hiçbir zaman saygısıda kusur edilmemiştir. Ebu Yusuf yazıyor:
    "Bütün ibadet yerleri olduğu gibi bırakıldı. Ne onlar yerle bir edildi, ne de mağluplar eşya ve mallarından yoksun bırakıldı." (Ebu Yusuf, Kitab-ül Haraç; İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A'la-El Mevdudi, Hilal Yayınları, 1967, s. 74)
7. Hz. Ali:
    "Her kim ki bizim zımmimizdir, onun kanı bizimki kadar kutsaldır, malları bizim mallarımız kadar tecavüzden masundur" dedi. Başka bir kaynakta, Hz. Ali'nin şöyle dediği naklediliyor: "Zımmi durumunu açıkça kabul edenlerin malları ve hayatları bizimki (yani Müslümanlarınki) gibi kutsaldır."  (İslamda Devlet Nizamı, Ebu-l A'la-El Mevdudi, Hilal Yayınları, 1967, s. 76)
8. Hz. Peygamber (s.a.v.), Hıristiyan olan İbn Harris b. Ka'b ve dindaşlarına yazdırdığı anlaşma metninde:
    "Şarkta ve Garpta yaşayan tüm hıristiyanların dinleri, kiliseleri, canları, ırzları ve malları Allah'ın, Peygamber'in ve tüm müminlerin himayesindedir. Nasraniyet dini üzere yaşayanlardan hiç kimse kerhen İslam'a icbar edilmeyecektir. Hıristiyanlardan birisi herhangi bir cinayete veya haksızlığa maruz kalırsa müslümanlar ona yardım etmek zorundadırlar" maddelerini yazdırdıktan sonra: "Ehl-i Kitap ile ancak en güzel yöntemlerle mücadele edin...(Ankebut, 29/46) ayetini okudu.  (İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik, (v.218/834), es-Siretü'n-Nebeviyye, Daru't-Turasi'l-Arabiyye, Beyrut, 1396/1971, IV/241-242; Hamidullah, el-Vesaik, s.154-155, No.96-97; Doğu Batı kaynaklarında birlikte yaşama, s.95)