9 Haziran 2016 Perşembe

Akıl Doğru Düşünmeyi Sağlar

 Akıl sahibi olan insan nasıl düşünür?

Akıl sahibi olabilmek için neler yapmak gerekir?

Zeka, akıl sahibi olmak için neden yeterli değildir?


Düşünmek, insanın en önemli özelliklerinden biridir. Ancak birçok insan bu özelliğini gerçekten hikmetli ve fayda verecek bir konuya teksif etmek yerine, kendine ve çevresine hiçbir yarar sağlamayacak konular için kullanır. Kimi zaman saatlerce hatta günlerce düşünür ama harcadığı uzun vaktin ardından ortaya hiçbir sonuç çıkaramaz. Oysaki bir insanın faydalı işler düşündüğünü iddia edebilmesi için gördüğü, duyduğu, algıladığı ya da aklından geçirdiği bilgileri yarar getirecek bir sonuca bağlaması gerekir.

İşte akıl sahibi insanların farklılığı bu noktada kendini gösterir. Akıllı bir insan sadece düşünmüş olmak için değil, sonuç elde edebilmek, fayda sağlayabilmek, doğruyu bulabilmek ve güzel bir şeyler üretebilmek için düşünür. Düşüneceği konuları ise yine aklıyla belirler. Hiçbir zaman için kendisine vakit kaybettirecek, sonuca ulaştırmayacak konulara dalıp, aklını boş şeylerle meşgul etmez. Örneğin, boş kuruntulara kapılmaz, şeytanın vesveseleriyle uğraşmaz, geleceğe yönelik endişe dolu düşüncelerle vaktini harcamaz…

www.Allahakulolmak.com

Akıllı İnsan Dünyaya Bağlanmaz

Allah yeryüzünü insanların hoşuna gidecek pek çok nimetle donatmıştır. Ve bu nimetleri istedikleri gibi kullanabileceklerini bildirmiştir. Ancak bunun yanında bu nimetler için şükredici olmalarını ve dünya hırsına kapılarak ahireti unutmamalarını da hatırlatmıştır. Çünkü insanların dünyada yaşadıkları hayat gerçek hayatları değildir. İnsanların gerçek hayatları ölümle birlikte başlayan ve sonsuza dek sürecek olan ahiret hayatıdır. Bu yüzden ahireti unutup 50-60 yıllık dünya hayatı için hırsa kapılmak büyük bir gaflettir. Nitekim ahireti unutan kişiler, hem dünyadaki pek çok güzellikten hem de ahiret nimetlerinden mahrum kalırlar. Bu mahrumiyetin dünyadaki ilk etkileri ise kişinin aklı üzerinde görülür. Dünyaya tutkuyla bağlanan insanlar, gerçek yaratılış amaçlarını, Allah’a karşı olan sorumluluklarını, ölümü ve sonrasını gereği gibi değerlendiremeyecek ve doğru düşünemeyecek hale gelirler. Bu durum onların aslında büyük bir aldanış içinde olduklarını gösterir ne var ki bu kişiler kendilerinin iyi işler yapmakta olduklarını sanırlar.

Bazı kişiler çarpık yargıları nedeniyle para, mal, mülk gibi değerlerin, güzelliğin, şan, şöhret ve itibarın, geride kalanlara mal ve isim olarak bir şeyler bırakabilmenin, hayatın asıl amacı olduğunu sanarak, tüm ömürlerini harcarlar. Sözgelimi yıllarca toplumun gözünde iyi bir yer edinebilmenin, insanların beğenisini kazanmanın yollarını arar, ama bir an olsun kendilerini yaratıp hayat veren, önlerine hesapsız rızık ve nimet sunan, her işlerinde onlara yardım eden Rabbimiz’e şükretmeleri gerektiğini düşünmezler. Ya da günlerini herkesten daha zengin olabilmek için durup dinlenmeden çalışarak, yeni projeler peşinde koşarak geçirir ama bu zenginliği kendilerine verenin Allah olduğunu düşünüp, O’na karşı olan kulluk vazifelerini yerine getirmeye vakit ayırmazlar.

İşte yaptıkları bu yanlış seçim sonucunda dünyada insana verilen en büyük nimetlerden biri olan akıldan mahrum kalırlar. Bu akılsızlık içinde inkara sapar ve bu nedenle ahirette cenneti kaybedip cehennemle karşılaşırlar. Allah Kuran’da dünya hayatına aldanan kimselerin içine düştüğü durumu şöyle bildirmiştir:

“Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve bizim ayetlerimizi ‘yok sayarak tanımadıkları’ gibi, biz de bugün onları unutacağız.” (Araf Suresi, 51)

“… ahiretten (cayıp) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama ahirettekine (göre), bu dünya hayatının yararı pek azdır.” (Tevbe Suresi, 38)

“… onlar ise dünya hayatına sevindiler. Oysaki dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta’dan başkası değildir.” (Rad Suresi, 26)

İnsanların, kendilerini helaka sürükleyen bu akılsızlıktan kurtulmak için yapmaları gereken ise son derece kolaydır: Dünya hayatında karşılaştıkları her nimetin Allah’ın bir lütfu olarak kendilerine verildiğini bilir ve hayatlarının asıl amacının Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu unutmazlarsa, Allah’ın izniyle akıllarını örten ya da baskılayan engeller de ortadan kalkmış olur. Allah’ın samimi kullarına vaadi şöyledir:

“Erkek olsun, kadın olsun, kim bir mü’min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.” (Nahl Suresi, 97)

www.anlamazliktangelmeyin.com

Kuran’ı Çok İyi Anlayan İnsan Akıllı Olmanın Bütün Sırrını Çözer

İnsanın Kuran’dan istifade edebilmesi, Kuran’ın rehberliğinde hidayet bulabilmesi ve aklının açılması için Kuran’ı gereği gibi okuması gerekir. Bir ayette Allah şöyle buyurmaktadır:

“Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim de onu inkar ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara Suresi, 121)

Kuran’ın gereği gibi okunması ise, samimiyetle, Allah’tan korkup sakınarak ve ayetlere sımsıkı sarılarak olur. Kuran ayetlerini yukarıdaki ayette tarif edildiği gibi gereği gibi okuyanlar, daha en başından Kuran’da yazılan her hükme teslim olur, Allah’ın emir ve tavsiyelerini titizlikle uygulamaya kesin karar verirler.

Kuran’da Allah’ın insanları üzerinde düşünmeye teşvik ettiği konular vardır. Bu konuların en başında ise kendisi dahil, tanıdığı, gördüğü, bildiği herşeyi yaratan Allah’ın büyüklüğünü düşünmek gelir. Akıl sahibi bir insan hayatının her anında Allah’ın zamandan ve mekandan münezzeh olduğunu, varlığının herşeyi sarıp kuşattığını, tüm varlıklar O’na muhtaç iken O’nun hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını, evrenin hakimi ve sahibi olduğunu, her an her saniye tüm insanları gözlemekte olduğunu, onların akıllarından geçirdikleri ya da söyledikleri her sözü bildiğini, yaptıkları her tavrı Yüce Allah’ın gördüğünü ve ezelden ebede kadar herşeyin bilgisinin O’nun Katında bulunduğunu aklından çıkarmaz. 

İnsanın kalbini ve aklını kapalı tutan şeyler, hırs ve bencil tutkulardır. Gelecek korkusu, fakir kalma, sahip olduklarını kaybetme, hastalanma korkusu ve benzeri korkular, hırslar ve tutkular, insanın aklını kapatır. İnsan, bu duyguların esiri olur ve asıl aklını yöneltmesi gereken konuları görmezlikten gelir. Oysa bir insanın en çok düşünmesi gereken, Allah’ın büyüklüğü ve yaratışının mükemmelliğidir. İnsan Allah’ın nimetlerini anmak, O’nu övmek (tesbih etmek) ve O’na ibadet etmekle yükümlüdür. Ancak kapalı bir akılla bunları gerçekleştiremez.

Akıl sahipleri, Allah’ı tanıyan ve O’na itaat eden, yani hırslardan, korkulardan, bencil tutkulardan arınmış kimselerdir. Aynı zamanda öğüt alabilen ve başkalarından gelen doğruları kolaylıkla kabul edebilen kimselerdir Bu nedenle Allah, onları “Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar...” (Zümer Suresi, 18) ayetiyle tarif etmektedir.

Allah Korkusu Aklın Kaynağıdır. Bir İnsan Çok Zeki Olabilir, Ama Allah Korkusu Olmadığında Zayıf Akıllı Olur

Akıllı bir insanın en çok düşündüğü konu Allah’ın sevgisini ve rızasını nasıl kazanabileceğidir. Çünkü bu kişi, dünyadaki herkesten ve herşeyden çok kendisini yaratan Allah’a karşı sorumlu olduğunu bilir. Yaşadığı her an, karşılaştığı her olayda kendisini Allah’a yakınlaştıracak en güzel tavrın hangisi olduğunu düşünür. Aklını sürekli hayırlı ve güzel işler yapma konusunda çalıştırır, çevresindeki insanlara karşı hep en güzel tavrı göstermeye, en güzel sözü söylemeye ve Allah’ın istediği en güzel ahlakı yaşamaya gayret eder. Kuran’da bildirilen emir ve yasakları titizlikle uygulayarak Allah’ın en sevdiği kullarından olabilmek için elinden gelen tüm gayreti sarf eder. Kuran’da akıllarını kullanarak düşünen bu kimselerin, Rabbimiz’in büyüklüğünü görerek en doğru olana ve gerçeğe ulaştıkları şöyle haber verilmiştir:

“Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.”” (Al-i İmran Suresi, 191)

“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.” (Bakara Suresi, 164)

Böyle yarar getirecek konuları düşünmek kişinin aklının daha da artmasını ve böylece çok daha isabetli tavırlar ortaya koymasını sağlar. Aklını kullanan bir insan dünyada ve ahirette kendisine büyük bir kazanç sağladığı gibi çevresindeki insanları da her zaman için doğru ve güzel olanı uygulamaya teşvik eder.

www.Kurandavicdan.net

Kuran’da kastedilen akıl, ruhta yaşanan manevi bir özelliktir. Kuran’da, çoğu ayette “akleden kalplerden” söz edilir. Dolayısıyla gerçek akıl, beynin bir fonksiyonu olan zekadan çok farklıdır. Akıl ve vicdan kalpte bulunur. Kuran ayetlerinde aklın kalpte olduğu ve “akılsız”ların kalplerinin kapalı olduğu için akledemedikleri açıkça ifade edilmektedir. Ayette şöyle buyrulmaktadır: “Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları olsun? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir.” (Hac Suresi, 46)

Sayın Adnan Oktar Akıllı Bir İnsanın Allah’ı İnkar Edemeyeceğini Anlatıyor

ADNAN OKTAR: Zeki, akıllı bir insana Allah’ı inkar etmek nasıl mümkün olsun? Aklı berrak adamın, görüyor. Pırıl pırıl bir dünya görüyor beyninin içerisinde, 3 boyutlu. En kaliteli stereo sistemden daha kaliteli ses duyuyor. Ve adam da normal akla sahip, ne demesi gerekir bu durumda? Mesela kadeh yaratıyor Allah beyninde. Ne diyecek aklı başında bir adam? “Allah yarattı” diyecek. Biz kadehi sorduğumuzda “fabrika yaptı” diyor. Kafanın içinde kim yaratıyor? Allah yaratıyor. Fabrikadakini boş ver sen. Fabrikadakini zaten göremezsin sen. Fabrikadakiyle bağlantın yok. Onu da Allah yaratır, ayrı. Ama sen onun görüntüsüyle karşılaşıyorsun.

Beynindeki bardak, bir tane vardır, doğrudan Allah tarafından yaratılır. O dışarıdaki bardağa ihtiyaç yoktur. Zannediyor ki, dışarıda bardak olmadan o yaratılmaz. Dışarıdaki bardak ayrı yaratılıyor, beynindeki bardak ayrı yaratılıyor. İki yaratma vardır. “O iki doğunun da Rabbidir”, iki alemden bahseder Cenab-ı Allah Kuran’da. Beyindeki bardağın bağımsız yaratıldığını bilmiyorlar, ayrı yaratıldığını bilmiyor. Ona bağımlı yaratıldığını zannediyor. Halbuki apayrıdır. (7 Ocak 2012, A9 TV)

Sayın Adnan Oktar Kuran’ı Çok İyi Anlayan Kişinin Akıllı Olmanın Bütün Sırlarını Göreceğini Anlatıyor

ADNAN OKTAR: Kuran’a baktığımızda, insanların zaafları, oyunları, adamlık dini tarzı yaptıkları taktikler, insanları kandırmada kullandıkları yöntemler, münafıkların sahtekar y­öntemleri, insanlara nasıl yanaştıkları, ruh halleri, psikolojileri, hatta vücutlarında meydana gelen etki. Ahlaksızlık yaptıklarında, vicdansızlık yaptıklarında vücutlarındaki fizyolojik değişiklikler, Kuran’da mükemmel bir psikiyatri kitabı gibi ruhi bozukluk olarak anlatılır. İnsanların kişilik bozuklukları çok kapsamlı anlatılır. Onun için Kuran’ı çok iyi anlayan insan, çok akıllı olur. Aklın bütün sırlarını görmüş olur, akıllı olmanın bütün sırlarını görmüş olur. Öbür türlü insan aklı kavrayamaz, zeki olabilir ama aklı kavrayamaz. Kuran’ı çok iyi anlayan insan aklın bütün detaylarını, bütün girift yönlerini kavramış olur ve onu hayatına aktarır. (20 Nisan 2011, A9 Tv, Tv Kayseri ve Samsun Aks Tv röportajından)

8 Haziran 2016 Çarşamba

Sevgi Allah’ın İnsanlara Verdiği Nurdur

 • Müslümanların sevgi anlayışı nasıldır?

• Sevgisizliğin getirdiği maddi ve manevi zararlar
nelerdir?


• Sayın Adnan Oktar samimi sevginin Allah'ın müminlere has bir nimeti olduğunu nasıl açıklamıştır?


Evrendeki tüm güzellikleri yaratan, güzelliğin ve mükemmelliğin esas sahibi olan Allah'tır. İnsana zevk veren her detay, Allah'ın üstün güzelliğinin, yarattığı varlıklardaki tecellisidir. Ruhun bu güzelliklerden heyecan duymasını ve sürekli güzel olanı aramasını sağlayan ise, Rabbimiz'in insanı yaratırken onun ruhuna ilham ettiği sevgi duyarlılığıdır. Diğer insanlardaki takdir edilecek mümin özelliklerini fark etmek ve bunlara daha güzeliyle karşılık vermek gibi, insanı diğer canlılardan ayıran pek çok üstün ahlaki özellik, sevmeye ve sevilmeye olan bu duyarlılıkla şekillenir.

İnsanın ruhundaki bu sevme ve sevilme eğilimi, bazı kişilerde diğerlerine göre çok daha güçlüdür. İnsanların bir kısmı, varlıklardaki sevilmeye layık özellikleri detaylı olarak teşhis edebilirler ve bu özellikler onların ruhuna derin bir zevk verir. Sevgi, şefkat ve coşku meydana getiren yönleri göremeyen ya da bunlara kayıtsız kalan kişiler ise daha donuk ve katı bir ruh hali içindedirler. Diğer bir deyişle, insandaki sevgi duyarlılığı, insanın ruh hali ve yaşadığı ahlak ile doğru orantılıdır. Dolayısıyla sevgiyi algılama ve yaşama şekli, insanın samimi olarak iman etmesine ve imanın getirdiği birer nimet olan güzel huylu, şefkatli, merhametli, akıllı ve güvenilir olmasına vesile olur.

www.kadinsevgisi.com

 Allah Müslümanlara Derin Bir Sevgi Anlayışı Vermiştir

Allah insanı, tüm diğer varlıklardan farklı şekilde ‘ruh sahibi’ olarak yaratmıştır. Dolayısıyla bir insanın, ruhundaki zenginlik ile orantılı olarak, karşı tarafta oluşturacağı etki de değişir. Her insan, ruhunun güzelliği oranında sevgiyi yaşar. Kendisinde ne kadar çok sevilecek ve saygı duyulacak özellik varsa, insanlar onu bu oranda sevip sayarlar. Aynı şekilde o da, insanlara bu şekilde sevgi ve saygı ile yaklaşır.

Özetle her insan, dünyadaki tüm varlıklara sevgi besleyebilir, ama derin sevgiyi ancak ruh sahibi olan insana duyabilir.

Sevgi Allah'ın insanlar için yarattığı, nefsin hem dünyada hem ahirette en çok hoşuna gidecek nimetlerden biridir. Sevgiyi arayan ve bunu en güzel şekliyle yaşamak isteyen her insanın, bu güzel duygunun önemini  kavraması gerekir. Sevgi olmadan dostluk, arkadaşlık, sırdaşlık, sadakat, güven gibi özelliklerin tam olarak yaşanması mümkün olmaz. Böyle bir sevgiyi insanlara kazandırabilecek olan özellik ise, yalnızca ‘iman’dır. Derin Allah sevgisi, Allah korkusu, Kuran ahlakını yaşamadaki kararlılık insanların birbirlerine gerçek bir sevgi duymalarını sağlar. İman olmadan, insanların birbirlerine gösterecekleri sevgi yalnızca fiziksel özelliklerine, maddi imkanlarına ve dünyevi konumlarına bağlı olur. Bunlardan herhangi birindeki eksiklik ise, sevgi sanılan duyguların da anında ortadan yok olmasına yol açar. İmandan kaynaklanan sevgide ise, Allah'ın izniyle insanların hayatlarının sonuna kadar sürecek bir nimetin kapısı açılmış olur. Allah Kuran'da sevgi nimetini iman edenler için yarattığını şöyle bildirmektedir:

“İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.” (Meryem Suresi, 96)

 Sevgisizlik Maddi ve Manevi Zarar Verir

Gerçek sevginin kaynağı, Allah'a saygı dolu bir korku ve içli bir sevgi duymaktır. Çünkü ancak Allah'tan korkan ve bundan dolayı O'nun istemediği ahlaktan titizlikle kaçınan bir insan sevilmeye layık olabilir. Allah'tan gereği gibi korkan bir insan, nefsinin oyunlarına ve kötülüklerine karşı her zaman dikkatlidir. Çünkü Kuran'da Hz. Yusuf (a.s.)'ın sözlerinin bildirildiği ayetteki gibi insanın nefsi durmak bilmeksizin kendisini kötülüğe çağırmaktadır:

"(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbim'in kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir..." (Yusuf Suresi, 53)

Buna karşılık, Allah korkusu olmayan ya da Allah'tan gereği gibi korkmayan, Allah'ın ölümden sonra dünyadaki davranışlarının hesabını soracağını görmezden gelen ve nefsi her ne isterse ona boyun eğen kişi ise, kötülükte sınır tanımaz. Nefsin sınırsız kötülük telkin ettiği, onu arındıran müminlerin felah bulduğu, onun telkin ettiği kötülükleri savunanların ise helak olacağı Kuran'da şöyle bildirilir:

"Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla günahla bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır." (Şems Suresi, 8-10)

Nefislerine uyarak iman etmeyen ve sevgisizliği yaşayan bu kişiler, yaşamları boyunca kendilerine ve çevrelerine hem maddi hem de manevi yönden zarar verirler. Çünkü;

• Sevgisiz kişiler dünyada kendileri için mümkün olduğunca fazla çıkar sağlamaya, kendi istek ve tutkularını tatmin etmeye, dünyadaki kısa yaşam süresini sorumsuzca geçirmeye çalışırlar.

• Çocuklarına gereken sevgi ve ilgiyi göstermeyen anne babalar ve anne ve babasına karşı -çevresinden aldığı olumsuz telkinlerin neticesinde- gereken saygı ve hürmeti göstermeyen çocuklar, bu dejenerasyonun en açık örneklerindendir. Çocuklar ebeveynlerine karşı agresif, ters cevaplar veren, kolayca yalan söyleyen, kendi zevklerine ve isteklerine ulaşmada ailesini yalnızca bir araç gibi gören yanlış bir zihniyet taşıyabilmektedirler.

• Fedakarlıkta bulunmak, dayanışma, cömertlik gibi değerler tamamen ortadan kalkar. Her şeyden önce insanlar birbirlerine insan olarak değer vermezler.

• Kimse kimsenin sağlığını, huzurunu, rahatını düşünmez. İnsanlara bir zarar dokunmasından endişelenmez, buna engel olmaya çalışmaz.

• Durmaksızın kötülüğü emreden nefsine sınır koymayan bir insana güvenmek mümkün değildir. Böyle bir insanın, vereceği söze sadık kalması beklenemez, zira bu kişinin sözünden dönmemesi için hiçbir neden yoktur.

• Sevgi duyarlılığından yoksun bir insan, karşısındaki insanın doğal acizliklerini görmezden gelme nezaketini gösteremez, en basit hatalarını dahi çoğu zaman tolere edemez. Hatta hata bile sayılamayacak olaylar yüzünden hiç yoktan kavga çıkarabilir. Çünkü bu gibi kişiler için önemli olan kendi keyfidir ve keyifsiz olduğunda sevdiğini iddia ettiği insanların dahi mutlu olmalarını istemez.

www.derinAllahsevgisi.imanisiteler.com

İnsanların birçoğu için hayatlarının en önemli konusu, kendi nefislerinin rahatıdır. Ancak gerçek sevgide insan kendi nefsini unutur ve sevdiği insanın rahatı ve huzuru ön plana geçer. Onu rahat ettirmek için elinden gelen her türlü gayreti gösterir. Her zaman, sevdiği kişinin isteklerini, kendi isteklerine tercih eder. Örneğin birlikte yaptıkları bir iş nedeniyle kendisinin övülmesindense sevdiği insanın övülmesi onun için daha önemli olur. Kendi haklı çıkmaktansa sevdiği kişinin haklılığından daha çok zevk alır. Eğer emek gerektiren bir iş yapılması gerekiyorsa, sevdiği kişinin yorulması yerine kendisi yorulmayı tercih eder. Asla karşı tarafı utandıracak, küçük düşürecek, kıracak bir tavır içine girmez. Bunun sebebi ise Allah'ın rızasını, sevgisini ve cennetini kazanma isteğidir. Bir insan ancak Allah'ın rızasını kazanmak için karşısındaki kişiyi bu kadar fedakarane ve samimi bir anlayışla sevebilir.


 İnsanın Nefsini Arındırmasının Önemi

İnsanı yaratan Allah, ona, Kendi ruhundan üfürdüğünü (Secde Suresi, 9) ve insanın yeryüzünde Kendisi'nin halifesi olduğunu (Enam Suresi, 165) bildirir. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerinden biri, onun nefsi ve vicdanı ile birlikte yaratılmış olmasıdır. Her insanda kendisine kötülüğü emreden bir nefis ve kötülükten nasıl sakınacağını ilham eden bir vicdan vardır. İnsan vicdanının ilham ettiği sevgi, fedakarlık, merhamet, tevazu, şefkat, doğruluk, dürüstlük, sadakat, nezaket ve yardımseverlik gibi güzel özelliklerinin yanı sıra, nefsinden gelen yıkıcı ve olumsuz özelliklere de sahiptir. Ancak inançlı bir insan vicdanı sayesinde doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilir ve her zaman güzel ahlakı tercih eder. Allah'a olan güçlü imanı ve korkusu, ahiretin varlığına olan inancı, sonsuz cehennem azabından duyduğu şiddetli korku ve cennet hayatına duyduğu özlem onu nefsinin azgınlıklarından uzak tutar. İnsanlara karşı güzellikle davranır, her zaman affedici olur, kötülüğe karşı iyilikle cevap verir, ihtiyaç içinde olanın hemen yardımına koşar, merhametlidir, sevgi doludur, şefkatlidir ve anlayışlıdır.

www.basitlik.net

 Toplumlardaki Sevgi Eksikliği Büyük Bir Beladır

Toplumun mevcut kuralları insanları suçtan ve kötü ahlaktan ancak bir noktaya kadar alıkoyabilir. Devlet kamuya açık yerleri, sokakları ve merkezi bölgeleri güvenlik birimleri sayesinde kısmen koruyabilir, toplumun düzenini sağlayabilir, güçlü bir adalet sistemi sayesinde suç oranını düşürme konusunda gereken önlemleri alabilir. Ancak her insanın yirmi dört saat kontrol edilmesi mümkün olmadığına göre, belli bir yerden sonra insanın vicdanı devreye girmelidir. Vicdanını dinlemeyen insan, yalnızken ya da kendisi gibi düşünen kimselerle birlikteyken kolaylıkla suç işleyebilir. Bu durumda gerektiğinde yalana başvuran, haksız kazanç sağlamaktan çekinmeyen, mazlumu ezmekten hiçbir rahatsızlık duymayan bireylerden oluşan bir toplum modeli ortaya çıkar. Allah korkusunun olmadığı, manevi değerlerin yitirildiği bir toplumda fiziksel tedbirlerin ve uygulamaların netice vermeyeceği açıktır. Oysa din ahlakı, insana, yalnız başına da olsa, yaptığı kötülük nedeniyle hiç kimse onu cezalandırmayacak olsa da, kötülükten sakınmasını emreder. Yaptığı her hareketten, aldığı her karardan, söylediği her sözden dolayı Allah Katında hesaba çekileceğini ve sonsuz ahiret hayatında bu yaptıklarına göre karşılık bulacağını bilen bir insanın kötülükten şiddetle sakınacağı açıktır.

İnsanların kendi rızalarıyla kötülükten sakınmayı öğrendikleri bir toplumda, terör örgütlerinin ve sevgisiz insanların oluşturduğu şiddetin yaşam sahası bulması mümkün olmaz. Çünkü din ahlakının hakim olduğu bir toplumda, şiddet yanlısı insanların ortaya çıkmasına neden olan sorunlar da doğal olarak yok olur. Toplumun geneli dürüstlük, fedakarlık, sevgi, şefkat, adalet gibi yüksek erdemlere sahipse bu toplumda fakirlik, gelir eşitsizliği, adaletsizlik, haksızlık, mazlumun ezilmesi, özgürlüklerin kısıtlanması gibi olumsuzluklarla karşılaşılmaz. Tam tersine ihtiyaç içinde olanların ihtiyaçlarının giderildiği, zengin olanın fakir olanı kolladığı, güçlü olanın zayıf olanı koruduğu, sağlık, eğitim, ulaşım gibi sosyal imkanlardan herkesin en iyi şekilde faydalandığı, farklı etnik kökenler, dinler ve kültürler arasında anlayışın hakim olduğu bir toplum düzeni olur. İşte bu nedenledir ki, sevgi ve sevginin getirdiği güzel ahlak, pek çok toplumsal sorunun çözümünün anahtarıdır. Bu ahlakın kaynağı da, Allah'ın insanlara bir rehber olarak gönderdiği Kuran'dır.

Gerçek Sevgi Kuran Ahlakı ile Birlikte Yaşanır

Allah'a gönülden bağlanan ve Allah'ı çok seven bir insan, O'nun yarattığı tüm güzelliklere karşı kalbinde bir sevgi hisseder; bir çiçek, kelebek, kuş, kedi ya da güzel bir manzara böyle bir kişinin içinde büyük bir heyecan uyandırır. Aynı şekilde güzel huylu, güzel yüzlü bir insan da kalpte samimi bir hayranlık oluşturur. Çünkü insanın tüm bu gördükleri Allah'ın tecellileridir. Allah'a duyulan coşkulu sevgi, O'nun sonsuz güzelliğinin, sanatının, aklının ve gücünün tecelli ettiği herşeye karşı insan ruhunda doğal bir sevgi ve muhabbet meydana getirir. Bu nedenle Allah'a gönülden bağlanan insanlar, gerçek sevgiyi yaşayabilen yegane kişilerdir.

Kuran gerçek sevginin temelini oluşturur. Çünkü bir insanı ahlakıyla, kişiliğiyle ve sahip olduğu tüm özellikleriyle derin bir sevgiyle sevmek, ancak kişinin Kuran'a uymasıyla mümkün olabilir. Çünkü Kuran'a uyan bir insan, Allah'ın beğendiği ahlakı yaşamakla, pek çok sevilecek güzel özellik kazanmış olur. Allah'ın "... Sürekli olan salih davranışlar, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlı, varılacak sonuç bakımından da daha hayırlıdır." (Meryem Suresi, 76) hükmünü bilerek tüm bu güzel ahlak özelliklerinde bir ömür boyunca sabır ve kararlılık gösterir; vefa, sadakat, saygı, sevgi, alçakgönüllülük, fedakarlık, dürüstlük, hoşgörü, bağışlayıcılık, merhamet, yumuşak huyluluk, cesaret, kararlılık gibi özellikler ancak Allah korkusunun ve Kuran ahlakının yaşanmasıyla süreklilik kazanabilir. Bu süreklilik, müminin sevgide de bir ömür boyunca sabır ve kararlılık göstermesini sağlar. Sevginin temeli iman, Allah korkusu ve Kuran ahlakına dayandığı ve Allah rızası için sevdiği için müminin sevgisi çok güçlü ve derindir. İman edenlerle yaşadığı dostluğun, ahirette sonsuza dek süreceğini bilmesi de sevgiyi güçlü ve daimi kılan bir başka nedendir.

Kuran'a uyan bir insanın yaşadığı bu üstün ahlak onu hem Allah Katında hem de müminlerin gözünde çok değerli bir varlık haline getirir. Kuran'a uyan, takva sahibi bir mümin herşeyden önce Allah'ın sevgisini ve rızasını kazanacağını umar. Allah sevdiği kulunu, diğer müminlere de sevdirir, ona Kendi Katından bir nur, güzellik verir ve insanların kalplerinin ısınmasını sağlayacak özellikler kazandırır. Kuran’da Allah’ın sevgiyi müminlere bir nimet olarak verdiği şöyle haber verilmektedir:

“İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır. (Meryem Suresi, 96)

www.adnanoktardiyorki.com

Sayın Adnan Oktar Samimi Sevginin Allah'ın Müminlere Has Bir Nimeti Olduğunu Anlatıyor

ADNAN OKTAR: Meryem Suresi 96’da Cenab-ı Allah -şeytandan Allah’a sığınırım-; “iman edenler ve salih amellerde bulunanlar” mesela samimi olanlar, “ise” diyor Allah, “Rahman (olan Allah), onlar için” yani bu Müslümanlar için özel olarak “bir sevgi kılacaktır” diyor Allah. “Müthiş bir sevgi gücü vereceğim” diyor Allah, “alışılmışın dışında, insanların bilmediği, çok güçlü, derin bir sevgi vereceğim” diyor Meryem Suresi 96’da. Bizim sevgimizin nedeni de bu. İman ediyoruz ve samimi amellerde bulunuyoruz. Cenab-ı Allah da bize lütfediyor, kalbimize müthiş bir sevgi koyuyor. Mucize olarak bu sevgi geliyor bizlere.

Şura Suresi 23 -şeytandan Allah’a sığınırım-; “İşte Allah, iman edip salih amellerde bulunan”. Hep önce iman. “Salih amellerde bulunan”, samimi amellerde bulunan “kullarına şöyle müjde vermektedir” diyor Cenab-ı Allah, Allah’ın verdiği müjde. “De ki: “Ben buna karşı yakınlıkta sevgi dışında” Peygamberimiz (s.a.v.) diyor, “sevgi dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum.” Yani; “tebliğ yapıyorum, İslam’ı yayıyorum, anlatıyorum”. Diyorlar ki; “ne istiyorsun bizden? Amacın ne?” “Ben ne istiyorum biliyor musunuz sizden? Sadece sevgi istiyorum” diyor, “Allah’ın tecellisi olarak beni sevin, o kadar.” Müminlerin birbirini sevmesinin nedeni, Allah rızası için birbirini sevmeleridir.

Cenab-ı Allah, Meryem Suresi 13’te; “Katımızdan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (verdik).” Müslüman çok temiz oluyor, bir de “sevgi duyarlılığı”. Ne “demek sevgi duyarlılığı”? Hassasiyet var sevgide. Müthiş bir duygu olarak sevgi yüklüyor Allah ona. Yani müthiş bir duyarlılık geliyor. Hem sevilmek istiyor mümin, hem sevmek istiyor. Allah, peygamberlere veriyor bu gücü. “Katımızdan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (verdik).” İmanda iki alamet oluyor. Bir, çok temiz oluyor mümin; bir de çok sevgi dolu oluyor. İki yönüne Allah dikkat çekmiş. (6 Ekim 2012, A9 TV)

İttihad-ı İslam Ancak Sevgiyle Olur

Yüce Allah, Kuran-ı Kerim’de İslam ahlakını yeryüzüne hakim kılacağını bildirmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de, hadislerinde bu büyük ve kutlu olaya ahir zamanda Hz. Mehdi (a.s.)’ın vesile olacağını haber vermiştir. Kuran ahlakının gereği olarak ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in bildirdiği gibi, İslam ahlakının hakimiyeti sevgiyle olacaktır. İslam ahlakının hakim olmasıyla yeryüzü huzur ve güvenliğe kavuşacak, her türlü kargaşa, çatışma, anarşi ve terör son bulacaktır. Ahir zamanın kargaşalarından ve zulümlerinden büyük sıkıntı duyan insanlar, İslam ahlakını yeryüzüne hakim kılacak olan Hz. Mehdi (a.s.)’ın adaletinden, merhametinden, cömertliğinden, sevgisinden, ilgisinden razı olacaklardır.

Ahir zamanda Hz. Mehdi (a.s.)’ın, Allah’ın izniyle, muhakkak ortaya çıkacağı Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadis-i şeriflerinde şöyle müjdelenmiştir:

Dünyada tek bir gün kalsa bile (kıyamet kopmadan) Allah o günü uzatacak, adı adıma, babasının adı da babamın adına uygun, Ehl-i Beytimden mutlaka bir şahıs (Hz. Mehdi) gelecek, daha önce zulüm ve haksızlıkla dolu olan yeryüzünü adalet ve insafla dolduracak. (Ebu Davud ve Tırmizi / Büyük Hadis Külliyatı, Rudani 5.Cilt, s. 365)

Hadislerde bildirildiğine göre, Hz. Mehdi (a.s.) ahir zamanda zuhur edecek ve İslam ahlakını yeryüzüne hakim edecektir. Hz. Mehdi (a.s.)’ın ortaya çıkışıyla yeryüzündeki tüm zulüm ve haksızlıklar sona erecek, dünyaya adalet, barış, sevgi, huzur ve güven yerleşecektir. Bu kutlu olaylar da bir hadiste şu şekilde haber verilmektedir:

“... Bu emir (Hz. Mehdi (a.s.)) insanlar yeryüzünü daha önce zulümle doldurdukları gibi yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Artık sizden kim o güne yetişirse kar üstünde emeklemek suretiyle de olsa onlara varsın (katılsın).” (Sünen-i İbni Mace Kitabü-lfiten Tercümesi ve Şerhi- Kahraman Neşriyat, cilt 10, Mütercim: Haydar Hatipoğlu, Bab: 34; s. 347)

www.Kurandaittihadiislam.com

Sevginin Kaynağı Allah Sevgisidir:

Müminlerin insanlara karşı kalplerinde hissettikleri sevginin asıl kaynağı, Allah'a duydukları derin aşktır. Aksinde gerçek sevgi oluşmaz. Bir insana duyulan kalpteki coşkuyu Allah'ın yarattığını, herşeyde Allah'ın tecelli ettiğini bilmek, insana sevgideki derinliği veren asıl sebeptir.

Gerçek Sevgi Pek Çok Şekilde İfade Edilebilir:

Samimi sevgide insan her an sevdiği insanlara bu duygularını daha önce hiç kullanmadığı, birbirinden etkileyici sözlerle ifade edebilir. Her biri bir diğerinden, bir öncekinden farklı olur. Çünkü kişi, bu coşkuyu kalbinde en canlı şekilde her an yaşamaktadır.

Sevgide Karşılık Ancak Allah'tan Beklenir:

Gerçekten seven insan, sevdiklerini onore eder, yüceltir. Onları, dünyada ve ahirette zarar gelecek şeylerden sakındırır. Onların iyiliği, rahatı, güvenliği için samimi bir gayret sarf eder. Hepsinden önemlisi, sevgisi belirli şartlara bağlı değildir. Karşılık gördüğünde sevgi gösterme şartı koşan bir insan ise gerçek anlamda sevgiyi bilmiyor demektir. Gerçek sevgide karşılık ancak Allah'tan beklenir. Asıl amaç Allah'ın rızasını kazanabilmektir.

Sevgi Güzel Ahlaka ve Karaktere Bağlı Oluşur ve Giderek Derinleşir:

Gerçek sevgide karşıdaki kişinin güzelliğini, maddi birikimini, itibarını yitirmesi kesinlikle önemli değildir. Önemli olan kişinin ahlakı ve karakteridir. İnsanlar birbirlerinin, şefkat, merhamet, cömertlik, ince düşünce, fedakarlık gibi güzel özelliklerine her şahit olduklarında sevgileri katlanarak artar.

Zaman içerisinde insanların kişiliklerinin gelişmesi, ahlaklarının güzelleşmesi ve tavırlarının mükemmelleşmesi ile birlikte, sevgi de derinleşir. Gerçek sevgide asla bıkma ve sıkılma olmaz.

Allah Her Olayı Hayırla Yaratır

 Olaylardaki hayırları görmeyi engelleyen nedenler nelerdir?

Her insanın hayatında zor anlar olarak nitelendirebilecek zamanlar vardır. Kuran ahlakından uzak yaşayan insanların birçoğu bu anları huzursuzluk, üzüntü ve sıkıntı gibi duygular içerisinde geçirirler. Böyle ortamlarda sinirlilik, gerginlik, tartışmacılık yoğun bir şekilde sergiledikleri tavırlardır. Bu tepkilerin tek nedeni ise, Allah’a ve O’nun yaratmış olduğu kaderin kusursuzluğuna iman etmemeleri, karşılaştıkları olayların, çektikleri zorlukların arkasında bir hikmet ve hayır görememeleridir. Bu kişilerin olayların ardındaki hikmetleri görmelerini engelleyen nedenler şöyle sıralanabilir:

Dünyanın Bir İmtihan Yeri Olduğunu Unutmak

Bir kısım insanlar yaşamlarının büyük bir bölümünün günlük hayatın akışı içinde, tesadüfler neticesinde geliştiğini zannederler. Fakat bu çarpık değerlendirme çok büyük bir yanılgıdır. Bir kişinin kanser olması veya bir yakınını trafik kazasında kaybetmesi gibi büyük olaylardan, yediği yemeğe veya giydiği kıyafete kadar herşey o kişinin kaderinde belirlenmiş özel olaylardır. Tüm bu olayları kişinin denenmesi için en ince ayrıntısına kadar Allah yaratmaktadır.

İnsan, hayatı boyunca sürekli olarak bir denemeye tabidir, hiçbir şey tesadüfen meydana gelmez. Eğer insan bunları kavrayamaz ve olayların Allah’tan bağımsız olarak geliştiğini zannederse o zaman çok büyük bir hataya düşmüş demektir. Çünkü hayatın akışı içinde gelişen tüm olaylar aslında Allah’ın bu kişiye özel olarak yaşattığı birer imtihandır. Ve insan bu imtihan karşısında vereceği tepkilerden, yapacağı davranışlardan sorumlu tutulur. Bu davranışları ve ahlakı sonsuz yaşamındaki konumunu belli edecektir. Büyük veya küçük hiçbir şeyin tesadüfen meydana gelmeyeceği, hepsinin Allah’ın o kişinin kaderinde takdir ettiği olaylar olduğu insanın aklından çıkarmaması gereken en önemli gerçeklerden biridir. İnsan bu geçeği unutmadığı sürece karşılaştığı herşeyin kendisi için hayır dolu olduğunu da unutmaz. Çünkü herşey Allah’ın takdiri ile gerçekleşir. Bu durumda insanın olaylardaki hayır ve hikmetleri görmek, kısacası herşeyi “hayra yormak” için öncelikle dünya hayatının imtihan yeri olduğunu aklından çıkarmaması gereklidir.

www.herseydehayirgormek.com

Kimseye Kaldırabileceğinden Fazla Yük Yükletilmez

Allah her insanı değişik olaylar ve kişileri vesile ederek farklı farklı denemelere tabi tutmaktadır. Ama bu noktada şunu belirtmek gerekir ki, Allah sonsuz adalet sahibidir ve kullarına karşı Halim (çok yumuşak olan)dir; insana gücünü aşan bir yükümlülük vermez. Bu, Allah’ın bir vaadidir:

“Hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz; elimizde hakkı söylemekte olan bir kitap vardır ve onlar hiçbir haksızlığa uğratılmazlar.” (Müminun Suresi, 62)


 İnsanın dünya hayatında karşılaşabileceği her türlü ağır imtihan, hastalıklar, kazalar, maddi ve manevi sıkıntılar ve diğerleri onun kaldırabileceği sınırların içinde yer alan denemelerdir. Fakat kişi, güzel ahlakı ve sabrı değil de şeytanın özelliği olan isyanı ve nankörlüğü tercih ederse o zaman bu kendi seçimidir ve bu tavırlarından sorumlu tutulacaktır.

Zaman zaman meydana gelen olaylarda insan artık bir çıkış yolunun kalmadığını, herşeyin bittiğini, bunun aşamayacağı bir zorluk olduğunu düşünebilir. O olayda bir hayır olabileceğini unutarak isyankar bir tutum sergileyebilir. Ama bunlar aslında sadece şeytanın verdiği boş kuruntulardır. Samimi bir mümin şu gerçeği bilmelidir ki, karşılaştığı olay her ne olursa olsun, mutlaka güzel ahlak gösterebileceği ve sabredebileceği bir durum ile karşı karşıyadır. Umutsuzluğa kapılmak ise şeytandan gelen bir vesvesedir.

Mümin Allah’ın emri gereği asla umutsuzluğa kapılmamalı ve karşılaştığı olayları daha derinlemesine tefekkür etmelidir.

Müminler, Allah’ın dünya hayatında kendileri için yarattığı zorlukların birer imtihan olduğunu bilirler. Bu denemelerin, salih Müslümanlar ile “kalplerinde hastalık bulunan” ve samimi olarak iman etmeyen kişilerin ayrılması için özel olarak yaratıldığının farkındadırlar. Çünkü Allah Müslümanları mutlaka deneyeceğini ve doğru olanlarla olmayanları birbirinden ayırt edeceğini Kuran’da şöyle vaat etmiştir:

“Yoksa siz, Allah, içinizden cehd edenleri (çaba harcayanları) belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Al-i İmran Suresi, 142)

www.Allahinsonsuzgucu.com

Kader Gerçeğini Yanlış Anlamak

İnsanlar hayatları boyunca gelecekleri için, ertesi gün veya bir saat sonrası için çeşitli planlar yaparlar. Bu planlar kimi zaman önceden tasarlandığı gibi gerçekleşir, kimi zaman ise beklenmedik gelişmeler dolayısıyla aksar. Dinden uzak insanlar bu aksamaların tesadüfen meydana geldiğini zannederler.

Gerçekte ise ne planlanan programlar işlemekte, ne de umulmadık aksamalar olmaktadır. Bu plan ister gerçekleşsin, ister gerçekleşmesin bir insanın karşısına çıkan olayların tümü, sadece o kişinin kaderinde, Allah’ın önceden takdir etmiş olduğu olaylardan ibarettir. Bir ayette bildirildiği gibi; “Gökten yere her işi O evirip düzene koyar...” (Secde Suresi, 5) Ve 

yine bir başka ayette bildirildiği gibi; “Allah herşeyi kader ile yaratmıştır.” (Kamer Suresi, 49)

Her insan aslında kendi planladıklarını yaşadığını düşünse de aslında Allah’ın kendisi için yarattığı kaderi yaşıyordur. Bu sebeple insan bir şeyler yapıp kaderini değiştirdiğini düşünse de aslında yine sadece kaderinde olduğu için bunu düşünüyordur. Hayatının hiçbir anı kaderinin dışında değildir. Koma durumundayken ölen insan kaderinde olduğu için ölür, aylar sonra komadan çıkıp sağlığına kavuşan ise yine kaderinde olduğu için kurtulmuştur.


Kaderi tam olarak kavrayamamış olan insan ise tüm olayların rastgele meydana gelen gelişmelerin, rastlantıların eseri olarak gerçekleştiğini düşünür. Bu insan, evrendeki herşeyin başıboş olarak varlığını sürdürdüğünü zanneder. Bundan dolayı da başına kötü bir şey geldiği zaman bütün bunları kendince “şanssızlık” gibi anlamı olmayan kelimelerle adlandırır.

Oysa insanın akıl ve muhakeme yeteneği oldukça sınırlıdır; üstelik insan zaman ve mekanla da sınırlı bir varlıktır. İnsanın başına gelen istisnasız tüm olayları ise zaman ve mekandan bağımsız, “sonsuz bir akıl” sahibi olan Allah yaratmaktadır. Bu gerçek Kuran’da şöyle haber verilmektedir:

“Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre pek  kolaydır.” (Hadid Suresi, 22)

Bu büyük gerçeğin bir sonucu olarak insanın yapması gereken tek şey, her olayın hayır olarak yaratıldığını bilerek, Allah’ın kendisi için belirlemiş olduğu kadere teslim olmaktır. Nitekim gerçekten iman etmiş olan insanlar, hayatlarındaki herşeyin Allah’ın kendileri için belirlemiş olduğu kadere tabi olduğunu, bir hikmet üzerine yaratıldığını bilerek yaşarlar. Bunun sonucunda da mutlak hayra kavuşurlar. İnananların gösterdikleri bu güzel ahlak ve sarsılmaz teslimiyet Kuran’da şöyle haber verilmektedir:

“De ki: “Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.”” (Tevbe Suresi, 51)

Şeytan Hayrı Görmeyi Engellemek İster

Şeytanın son derece nankör ve isyankar olduğu bizlere Kuran’da haber verilmiştir. Onun, insanlara sağdan, soldan, önden ve arkadan yaklaşacağını, insanları doğru yoldan saptırma amacı uğruna her yolu deneyeceğini de ayetlerden öğrenmekteyiz. Şeytanın bu menfi amacına ulaşmak için başvurduğu en önemli oyunlardan biri, insanın başına gelen olaylardaki hayırları görmesini engellemek, böylece Allah’a karşı nankör ve isyankar olmasına neden olmaktır. Kuran ahlakının güzelliklerini kavrayamayan, din ahlakından uzak yaşayan, ahireti unutarak ömürlerini boş amaçlarla geçiren insanlar şeytanın bu tuzağına düşerler.

Şeytan bu insanların özellikle hassas noktalarını bularak o yönlerden kalplerine vesvese vermeye çalışır; onları Allah’a ve O’nun belirlediği kadere karşı isyan etmeye çağırır. Örneğin bir kişi komşusu trafik kazası geçirdiğinde bu olayın kaderlerinde olduğunu ve olaydaki hayırlı yönleri rahatlıkla onlara hatırlatabilir. Hatta “önemli olan kurtulmanız, Allah sizi korudu” gibi sözlerle karşı tarafı sakinleştirmeye çalışabilir. Ama kimileri kendisi ve ailesi benzer bir olaya maruz kaldığında aynı olgun tavırları gösteremez. Şeytanın kışkırttığı nefsinin oyununa gelerek isyan etmeyi daha kolay görür. Çünkü olayların hayrını görmeye çalışmak, Allah’a teslimiyet göstermek ve tevekkül etmek vicdan işidir. Eğer kişi vicdanını yeteri kadar kullanmazsa böyle olaylarda daima yanlış tavır gösterecektir.

www.Allahinvarlikdelilleri.com

Allah Her Olayı Kullarının Hayrına Yaratandır


Yazı boyunca verdiğimiz örneklerde de vurguladığımız gibi şeytan, özetle, hayrı engelleme konusunda başlıca iki yönde insanlara yaklaşır. Birincisi; hayırlı, güzel bir davranışı engellemek için elinden geleni yapar ve insanları yegane amaç olarak dünyanın süsüne yöneltmeye çalışır. İkincisi ise; olaylardaki hayırları ve hikmeti görmelerini engellemeye çalışır. Özellikle insanlara bir musibet isabet ettiğinde bu olayları “şer” gibi göstererek insanları (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’a isyana sürüklemeye çalışır.

Halbuki Allah, insana sayarak bitiremeyeceği kadar çok nimet sunmuştur. Doğumundan ölümüne kadar her anında verdiği nimetler ile lütufta bulunmuştur. İşte bu yüzden Allah’ı dost ve vekil edinen müminler karşılaştıkları bir olayın hikmetini o anda anlamamış olsalar bile Allah’a dayanıp güvenirler ve sonunda muhakkak bir hayır olacağını düşünerek sabrederler. İçinde bulundukları durum ne olursa olsun asla isyankar davranmazlar veya şikayetçi bir tavır göstermezler. Bilirler ki çok vahim gibi görülen bir durumda olsalar da, bu eninde sonunda kendilerinin lehine dönecektir. Ve Allah’ın izniyle karşılaştıkları zor olay, belki de ahiretlerinin kurtulmasını sağlayacak çok önemli ve hayati bir dönüm noktası olacaktır. Ayette bildirildiği gibi “... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216

Allah’ı Anmak En Büyük İbadettir


Dünyada yaşayan tüm insanların yapmaları gereken en önemli ibadetlerinden biri Allah’ı anmaktır. Allah bu durumu kullarına Ankebut Suresi’nin 45. ayetinde şöyle bildirmektedir:

“ … Allah’ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir.”

İman eden insanlar, Kuran’da Allah’ın bildirdiği bu gerçeği bildikleri için hayatlarının tamamını Allah’ı anarak geçirme gayreti içerisinde olurlar.

“Kendileri Allah’ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir.” (Haşr Suresi, 19)

İnsanın, Allah’ı anmada gösterdiği gevşeklik, O’na olan yakınlığını azaltır. Din ahlakını yaşamayan insanlar Allah’ı hiç anmadıkları, günlerce akıllarına bile getirmedikleri için helal-haram demeden günahın her türlüsünü işlemeyi, Allah’ın emirlerine riayet etmemeyi bir yaşam biçimi haline getirmişlerdir.

Müminler ise gerek sözleriyle gerekse zihinlerinden geçirdikleri düşünceleriyle hayatlarının her anında Allah’ı anıp zikrederler. İnsanın kimi zaman gafletle Allah’ı aklından çıkarması, imanlı bir kişinin dahi istemeden de olsa çeşitli hata ve günahları işlemesine sebep olabilir. Çünkü Allah’tan gafil olarak geçirilen bir süre içinde, insanın olayları doğru algılayıp değerlendirmesinde bozukluk olacaktır. Dahası iyiyi kötüden ayırt etmesinde, hareket, davranış ve konuşmalarında Kuran’ın sınırlarını gözetecek bir bilinci korumasında önemli aksaklıklar meydana gelir.

www.Allahayakinolmak.com

Müminler kainattaki tüm ilimlerin, mülkün ve hükmün gerçek sahibinin Allah olduğunu her zaman bilerek, her işlerinde Allah’a yönelirler. Rabbimiz’e karşı boyun eğici ve teslimiyetli davranır, övgüyü daima herşeyi yaratan Allah’a yöneltir ve durmaksızın O’nu yüceltip tesbih ederler.

 Gafletten Kurtulmanın Yolu Dikkat ve Şuurun Daima Açık Olmasıdır

Kuran ahlakına uygun olmayan her türlü tavır bozukluğunun altında yatan neden, Allah’ı anmada gösterilen gevşekliktir. Allah’ın hükümlerine karşı duyarlılığını yitiren kişi bazen olmayacak hatalar yapar. Sonradan bu hatalarını düzeltince, bunları nasıl yaptığına kendisi de şaşırır. Bu tür hatalar, aslında Allah’ı unutmanın önemini hatırlatan uyarı ve işaretlerdir. Gafletin süresi ve derecesi arttıkça yapılan yanlışların sayısı ve büyüklüğü de artar. Allah’ı anma konusunda gösterilen gafletin sıklığı ve sürekliliği ise kişinin imanı için büyük bir tehdittir.

Oysa, Allah’ı her an akılda tutmak, O’nun ayetlerini tefekkür etmek insanın aklının ve şuurunun sürekli açık olmasını sağlar. Böyle olunca da, kişi Kuran’ın emirlerine ve yasaklarına uymada büyük titizlik gösterir.

İnsan yaratılış olarak zayıf bir hafızaya, hemen dağılan dikkate, gaflete kapılmaya müsait bir yapıya sahiptir. Yüce Allah’ın imtihan olarak özel yarattığı bu durumdan insan ancak dikkatini sürekli olarak açık tutarak kurtulabilir. Bunun için, Rabbimiz’in her an, her saniye bizimle birlikte olduğunu, bizi gördüğünü ve işittiğini bilmek, her işi düzenleyip denetimi altında tutanın O olduğunu unutmamak, tüm hayatımızın belirlenmiş bir kader doğrultusunda yaşandığını hatırlamak, yapılan her işte, görülen her görüntüde Allah’ın sonsuz aklını, hayranlık uyandırıcı sanatını ve O’nun Yüce Kudretini tefekkür etmek, her zaman tevekküllü ve teslim olmak, Allah’ı tesbih etmek ve yüceltmek gerekir.

Allah’ı sürekli zikreden bir insan kendi aczini daha iyi idrak eder, hiçbir konuda kendine ait bir güce ve iradeye sahip olmadığını daha iyi fark eder. Bunun sonucu olarak, Allah’a sürekli dua eder ve talep içerisinde olur. Yalnızca Allah’tan ister, her konuda Allah’a başvurur, kendini tamamen Allah’a teslim eder. Hiçbir konuda kendine müstakil ve bağımsız bir kişilik verip, büyüklenmez. Hareketleri, davranışları, konuşmaları Allah’ın koruması altında olur. Böylece Allah ona her an nasıl, ne şekilde davranması gerektiğini, en doğru hareketi, en güzel sözü ilham eder. Ona, ayette müjdelendiği gibi “insanlar arasında yürüyeceği bir nur verir.” (Hadid Suresi, 28) Güzel bir ahlaka kavuşmasını sağlar.

Bunun tersine insan Allah’ı anmaktan uzaklaştıkça, kendi başına, yapayalnız ve yardımcısız kalır. Doğru düşünebilme, doğru karar verebilme yeteneğini kaybeder. Yaptığı işler başarısız olmaya başlar. Çünkü Allah’ın yardımı, desteği olmadan hiç kimse hiçbir sorunun üstesinden gelemez. Hiçbir sorunu Allah’tan bağımsız olarak kendi gücü ve iradesi ile çözemez. Kuran’da övülen, takva sahibi bir mümin haline gelemez. Çünkü o daha başta Allah’ı unutarak en büyük hatayı yapmış ve gafillerden olmuş olur.

www.Allahinsanati.com

Yüce Allah’ı tanımanın, kavramanın ve O’na imanda derinleşmenin bir sınırı yoktur. Bir insan Yüce Allah’a yakın olmak ve O’nu daha iyi tanımak için ne kadar fazla çaba harcarsa, ne kadar fazla düşünürse, imanı, aklı ve Allah korkusu o derece güçlenir. Bu nedenle Allah yolunda hizmet etmek için büyük çaba harcayan ve O’na yakınlaşmak için derin tefekkür eden müminler, Allah’tan çok korkan ve Allah’a bütün kalbiyle bağlı olan insanlardır. Müminlerin Allah’ın hükümlerini uygulama konusunda gösterdikleri titizlik ve vicdanlarını kullanma konusunda gösterdikleri hassasiyet Rabbimizin sevgi ve rızasını kazanmakta ve O’na yakınlaşmakta en etkili vesilelerdir. Nitekim Yüce Rabbimiz iman edenleri Zatı’na yakınlaşmaya Kuran’da şöyle davet etmektedir:

“Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda ceh edin (çaba harcayın), umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Maide Suresi, 35)

Müslümanın Allah ile Manevi Bağlantısı Çok Güçlüdür

İman eden bir insan günlük hayatın hiçbir anında Allah’ı asla aklından çıkarmaz, Allah ile olan manevi bağlantısını bir an bile koparmaz. Böyle bir durumu vicdanı kabul etmez, Allah’a olan sevgisi ve bağlılığına asla bunu yakıştırmaz. Kuran’da bildirilen Allah’ın Hz. Musa (a.s.)’a olan hatırlatması şu şekildedir:

“Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve Beni zikretmede gevşek davranmayın.” (Taha Suresi, 42)

Allah, Firavun’a giderek onu hak dine davet edecek olan Hz. Musa (a.s.) ve kardeşi Hz. Harun (a.s.)’a Kendisi’ni zikretmede gevşek davranmamalarını bildirmiştir. Zira yukarıda da anlatıldığı gibi onları Firavun’un karşısında asıl başarılı kılacak olan Allah’tır.

Bunun yanında Allah’ı az anmak münafıkların bir özelliğidir. Bu durum Kuran’da şöyle bildirilmiştir:

“Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah’ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı ancak çok az anarlar.” (Nisa Suresi, 142)

Allah’ı anmanın, iman edenler için önemli bir ibadet olduğu bazı ayetlerde ise şöyle haber verilmektedir:

“... Allah’ı zikretmek ise muhakkak en büyük(ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)

“Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım; ve (yalnızca) Bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin.” (Bakara Suresi, 152)

www.Allahayonelmek.com

Allah’ı Sürekli Anmak Mümini Doğru Yola Yöneltip İletir 

“Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalbler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (Ra’d Suresi, 28) ayetinde haber verildiği gibi Allah’ı zikretmek müminin kalbine ve ruhuna ferahlık veren, Allah’ın razı olduğu güzel ahlaka kavuşmasını sağlayacak olan anahtardır:

 Allah’ı zikretmek mümini ahlaken çok güzelleştirir.

 İçinde kötü düşünceye yer kalmaz.

 ‘İnsanların üzerindeki unutkanlık ve gafleti yok eder.

 Müminin bilincini, imani şevkini ve iradesini canlı tutar.

 Müminin sürekli olarak Allah’a yönelip dönmesini sağlar.

 Allah’ın huzurunda olmak ve O’nu en güzel isimlerle yüceltmek, Allah’la güçlü bir manevi bağlantı sağlar.

 Sadece Allah’ın anılması, O’nun yüceltilmesini ve bütün eksikliklerden münezzeh tutularak O’nun birlenmesini sağlar.

 Allah’ın yarattığı nimetler için O’na şükredilmesine ve Allah’ın rızasının kazanılmasına vesile olur.

Tevbe ederek insanın aczi için Allah’tan bağışlanma dilemesine vesile olur.
 Huşu içinde Allah’ı zikreden birinin imanda derinliği, samimiyeti, ihlası ve Rabbimiz’e olan yakınlığı artar.

 Bu ahlaktaki bir insanın ise Kuran ahlakına uygun olmayan bir tavır göstermesi Allah’ın izniyle mümkün değildir.

Allah’ın Değil İnsanların Rızasını Aramak Kişiyi Basitliğe Sürükler

 Basitlik ne demektir?

Basitliğin göstergesi nelerdir?

Basitlik denilince insanların büyük çoğunluğunun zihninde, konuşması bozuk, gülüşleri ve tavırları estetikten uzak, güçlü bir kişiliği olmayan insanlar canlanır. Oysa basitlik bunların yanı sıra çok daha geniş bir anlam içerir. Basitlik yalnızca görgüden ve nezaketten uzak tavırları kapsayan bir kavram değildir. Esas olarak Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edememekten kaynaklanan bir ahlak bozukluğudur.


Dolayısıyla böyle bir karaktere sahip insanın mutlaka abartılı tavırlar sergilemesi gerekmez. Bir kişinin insanlardan korkması, onların rızalarını kaybetmekten çekinmesi, onların sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmayı Allah’ın sevgisine ve hoşnutluğuna tercih etmesi ya da onlardan medet umması da o kişiyi basit davranışlara yöneltir. Bunların yanısıra bir kişinin karşısına çıkan olayların Allah’ın kontrolünde olduğunu unutarak paniğe kapılması, yakınması, öfkelenmesi de basitlik göstergesidir.

www.basitliginkirlikulturu.com

Bazı İnsanlar Basitlik Kültürü İçinde Yaşadıklarının Bilincinde Değildirler

Basitlik2İnsanların bir kısmı kendilerinin basitlikten uzak bir ahlak yapısına sahip olduğunu düşünürler ve kendilerini böyle bir tehlikeden uzak görürler. Bu kişileri yanıltan noktalardan biri, birtakım nezaket kurallarını bilmeleri ve bunlara dikkat etmeleri olabilir. Oysa bazı konularda nezaketli davranan bir insan da aslında basitlik kültürü içinde yaşıyor olabilir. Çünkü basitlik, şekli birtakım davranış bozukluklarıyla sınırlı değildir. Örneğin nezakete önem veren bir kişi bazı olayların tesadüfen geliştiğine, muhatap olduğu insanların Allah’tan ayrı müstakil birer varlık olduklarına ve kendi iradeleri ile hareket ettiklerine inanıyor ve onların ne düşüneceklerini hesap ederek hareket ediyor olabilir. Allah’ın (Allah’ı tenzih ederiz) gereği gibi takdir edilmediği bu düşünce şekli elbette kişinin tüm tepkilerine, tavır ve konuşmalarına da yansır. Kuran ahlakını bilmeyen bir insan bu davranış biçimini ve konuşmaları son derece normal karşılayabilir. Oysa basitlikten uzak olduğunu öne süren ama bir olay karşısında şiddetle etkilenen, öfkelenip ağlayan, hatta günlerce bunalıma giren bir kişi son derece yüzeysel bir yapıya sahip demektir. Bu kişi, Kuran’a göre imani derinliği kavrayamamış bir insandır.

Müslüman Asil Bir Ruha Sahiptir

Basitlik1Gerçek bir Müslüman basit tavırların ardında dine karşı yüzeysel bir bakış açısı olduğunu bilir. Çünkü Allah’ı gereği gibi tanıyan, O’nun ayetlerini bilen ve yaşayan bir insanda öfkeli, bunalımlı, her olaydan kolayca olumsuz etkilenen bir hal oluşmaz. Bu gibi tevekkülsüz tavırlar kişinin herşeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu unutarak insanları ve olayları Allah’tan ayrı birer güç gibi değerlendirdiğinin bir göstergesi olabilir.

“Sizin ilahınız tek bir İlah’tır; O’ndan başka İlah yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’dir.”(Bakara Suresi, 163) ayetinde bildirildiği gibi yegane İlah Allah’tır ve O sonsuz güç sahibidir. Var olan canlı cansız herşey O’nun iradesindedir. Tüm insanların bu gerçeği çok iyi kavramaları ve üzerinde derinlemesine düşünmeleri gerekir. Bunun aksini düşünmek, başka varlıkları Allah’a ortak koşmak yani şirk olur ki bu da Kuran’a göre büyük bir suçtur. Allah şirkin ne kadar büyük bir suç olduğunu bir ayette şöyle bildirmiştir:

“Gerçekten, Allah, Kendisi’ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.” (Nisa Suresi, 48)

Kuran’a bakıldığında, bu temel gerçeğe aykırı bir inanç, tutum ve davranışın basitliğin de nedenlerinden biri olduğu görülür. Allah’ın bir sıfatına başkasının sahip olduğunu düşünerek hareket etmek yapmacık tavırları, lüzumsuz kibarlaşmayı, tamahkarlığı beraberinde getirir. Böyle bir insan her zaman öfkeye, küçük çıkarlar peşinde koşmaya, kendini acındırmaya ya da kendini yüceltmeye yatkındır. Çünkü yüksek bir kişilik kalitesine sahip olup, kayıtsız şartsız güzel ahlak sergilemek, her tavır ve düşüncesinde yalnızca Allah’a yönelen, asil ruha sahip, dünyaya asla tamah etmeyen Müslümanlara özgüdür.

www.adamlikdini.com

Bazı insanların vicdanlarında hiçbir rahatsızlık hissetmeden yaşadıkları basitliği, kirlenmiş, dejenere olmuş bir tür ahlak bozukluğu olarak tanımlayabiliriz. Bu kirli kültürü yaşayan insanların davranış ve düşünce yapıları, ahlakları gözlemlendiğinde imani yönde önemli eksiklikleri olduğu görülebilir. Bununla birlikte çocukluktan itibaren aldıkları eğitimin, yaşadıkları ortamın ve birlikte oldukları kişilerin de basitliğin kirli kültürünü benimsemeleri yönünde üzerlerinde yoğun bir etkisi vardır. İnsan fıtratına uygun olmayan ve kişiyi küçük düşüren davranış biçimlerinin hiç çekinilmeden uygulandığı bu sistem, içinde yaşayan insanları Kuran ahlakında öngörülen asil, şerefli, saygın ve onurlu hayattan uzak tutar.

Basitliğin Göstergesi Olan Davranış Bozukluklarına Örnekler

Basit karakterin kendini ele veren birçok alameti vardır. Bunlar bozuk davranışlar olarak ortaya çıkar. Örnek olarak bilgi birikimi fazla olan bir kişiyi düşünelim. Eğer bu kişi bilgisinin kendisinden kaynaklandığını zannediyorsa yüzeysel düşünüyor demektir. İlmin ve bilginin gerçek sahibinin Allah olduğunu unutmuştur. Ayrıca bu kişi kendisinin de tüm insanlar gibi Allah karşısında mutlak aciz bir varlık olduğunu düşünmemiş olur. İşte bunun gibi  birçok davranış bozukluğunu basit karakterli insanlarda görmek mümkündür:

Gözlerinde Büyüttükleri İnsanlara Gizli ve Açık Hayranlık Duyarlar

Basit ahlaktaki kişilerin en bariz özelliklerinden biri gözlerinde büyüttükleri kişilere cahilce hayranlık duymalarıdır. Bu hayranlık, bilgi sahibi bir kişiye olduğu gibi kimi zaman güzel veya yakışıklı bir insana, kimi zaman yetenekli bir sanatçıya, bir oyuncuya, sporcuya ya da servet sahibi bir insana yöneltilebilir. Oysa güzellik, yetenek, zeka, başarı gibi özelliklerin tümünü insanlara Allah vermiştir. Örneğin mal, mülk sahibi bir kişiyi değerlendirirken onun sahip olduğu imkanlar önemli değildir; önemli olan onun, Allah’ın aciz bir kulu olduğunun düşünülmesidir.

Yardımı Allah’tan Değil (Allah’ı Tenzih Ederiz) İnsanlardan Beklerler

Yüzeysel bir anlayışa sahip olan insanlar, Allah’tan değil çevrelerindeki insanlardan yardım bekler, gücün esas sahibinin Allah olduğunu unuturlar. Güçlü olduğunu düşündükleri kişilere karşı abartılı derecede samimiyetsiz bir saygı ve hürmet içinde olurlar. Allah’ın “…Gerçek şu ki, sizin Allah’tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah’ın Katında arayın, O’na kulluk edin ve O’na şükredin...” (Ankebut Suresi, 17) ayetinde bildirdiği gerçeği göz ardı ederler.

Başka bir ayette de bazı insanların kendilerine tüm özelliklerini verenin Allah olduğunu unuttukları şöyle haber verilmektedir:

“İnsana bir zarar dokunduğu zaman, Bize dua eder; sonra tarafımızdan ona bir nimet ihsan ettiğimizde, der ki: Bu, bana ancak bir bilgi(m) dolayısıyla verildi. Hayır; bu bir fitne (kendisini bir deneme)dir. Ancak çoğu bilmiyorlar.” (Zümer Suresi, 49)

 Zekanın, her türlü yetenek ve bilginin, zenginliğin asıl sahibinin Allah olduğunu bilen bir kişi, Allah’ın sonsuz akıl sahibi olduğunu takdir eder ve insanlarda tecelli eden güzelliklerden dolayı onlara saygı duymaz, bütün güzelliklerde Rabbimizi övüp yüceltir. Her konuda üstünlük ancak Allah’ın“... Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır...” (Hucurat Suresi, 13) ayetinde bildirdiği gibi takvadır. Müslümanlar bir insana ancak onda tecelli eden güzel ahlaktan dolayı hayranlık duyar ve değer verirler. Gerçekte büyük görülmesi, hayran olunması, kendisinden medet umulması gereken yegane mutlak güç sahibinin Allah olduğunu bilirler. Kuran’da şöyle bildirilir:

“Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, Aziz’dir.” (Hac Suresi, 74)

Peygamberlerimizdeki ve Müslümanlardaki Üstün Ahlakı Takdir Edemezler

Basitlik kültürünü yoğun olarak yaşayan kişiler yüzeysel bakış açıları nedeniyle, kimi insanları gözlerinde büyütürlerken, derin imana sahip insanların değerini ise anlayamazlar. Başta peygamberler olmak üzere üstün ahlaka sahip Müslümanları tarih boyunca anlayamamış, hatta onların kendilerini din ahlakına çağırmasına karşılık bu mübarek insanlara kinlenmiş ve son derece ters ve saldırgan tavırlar sergilemişlerdir.

Kuran’da bildirilen; “Ey Şuayb” dediler. “Senin söylediklerinin çoğunu biz ‘kavrayıp anlamıyoruz’. Doğrusu biz seni içimizde zayıf biri görüyoruz. Eğer yakın-çevren olmasaydı, gerçekten seni taşa tutar-öldürürdük. Sen bize karşı güçlü ve üstün değilsin.”(Hud Suresi, 91) ayeti ile Allah bu insanların içinde oldukları inkarın şiddetini bildirmiştir. Bu kişiler, Allah’ın sevdiği ve seçtiği üstün bir kul olan Hz. Şuayb (a.s.)’ın seçkinliğini, üstün kişiliğini, samimiyetini ve ahlakını takdir edememiş, onun yalnız yakın çevresinden etkilenmiş ve çekinmişlerdir. İçinde bulundukları inkarın azgınlığı ile, bu kişiler güzel ahlaktan ve insaniyetten tamamen uzaklaşmış, basitliğin kirli kültürü içinde yaşamayı tercih etmişlerdir.

Basitlik Kültüründen Kurtulmak İçin Gafletten Arınmak Gerekir

 Gaflet, insanların, Rabbimiz’in varlığını unutup, ölümü ve ahiret gerçeğini görmezlikten gelmeleri, dünyevi istek ve tutkularına uyup bunlarla uğraşmaları sonucunda Kuran ahlakından uzaklaşmaları ve Allah’ın yüce emirlerini uygulamamaları anlamına gelir. Allah’ın “Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır.” (Rum Suresi, 7) ayetinde bildirdiği gibi olayları sadece dıştan görünen yönleriyle değerlendirmekle yetinen; Allah’ın herşey üzerindeki mutlak hakimiyetini düşünmeden yüzeysel bir bakış açısıyla yaşamayı kendileri için bir kültür haline getiren kişilerin bu durumda olmalarında inanç eksikliklerinin önemli bir etkisi vardır. Yaratıcımız olan Allah’ın büyüklüğünü, gücünün ve hakimiyetinin sınırsızlığını gerektiği gibi kavrayamamış olmaları, onların, bu kültürü yaşama konusunda çirkin bir cesaret kazanmalarına sebep olmuştur.

Bir insan, Allah’ın her an kendisini gördüğünü, yaptıklarından, tüm düşüncelerinden haberdar olduğunu ve bunların kendi adına Allah Katında kaydedildiğini kavrıyorsa, sahip olduğu Allah korkusu onu Kuran ahlakını yaşamaya yöneltir. Ona, hem davranışlarından hem de düşünce şeklinden rahatça fark edilebilecek özel bir kalite getirir. Bu, basitlikten uzak, doğal, Kuran ahlakı dışındaki hiçbir kültürü barındırmayan temizlikte, peygamberlerde görülen haysiyeti, sabrı, samimiyeti ve vicdan anlayışını taşıyan bir kalitedir.

Bu ahlakta keskin bir şuur açıklığı vardır ve kişiyi her an Allah’ın ve ahiretin varlığından haberdar olmaya, yaptığı her işte Allah’ın rızasını gözetmeye yönlendirir. Her davranışında, ağzından çıkan her sözde Allah’ın huzurunda olduğunu bilerek bu düşünceyi aklından hiç çıkarmadan yaşamasını sağlar. Bu şuurdaki bir insanın basit bir mimik, basit bir üslup ya da basit bir kişilik sergilemesi -Allah’ın dilemesi dışında- mümkün değildir. Aksine böyle bir insan seçtiği her konunun, yüzündeki her mimiğin, gözünde oluşan anlamın, sesindeki tonun Müslümana yakışır bir güzellikte olmasına her an itina eder.

Bu onurlu ve ihlaslı karakterin karşılığı olarak Allah salih Müslümanları hem dünyada hem de ahirette mükafatlandıracağını ayetlerde şöyle bildirir:

“İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenlerin (çaba harcayanların) Allah Katında büyük dereceleri vardır. İşte ‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenler bunlardır. Rableri onlara Katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisinde sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. Onda ebedi kalıcıdırlar. Şüphesiz Allah, büyük mükafat Katında olandır.” (Tevbe Suresi, 20-22)

www.cahiliye.imanisiteler.com