30 Haziran 2015 Salı

İyiler çekişmelerden kaçınarak birlik olmalıdırlar




Birlik, beraberlik, dayanışma, dostluk, fedakarlık, yardımlaşma, gözetip kollama ve benzeri özellikler Kuran ahlakının temelini oluşturan güzelliklerden bazılarıdır. İslam dininde insanlar hep hoşgörü, sevgi ve barış dolu, insanların birbirlerine karşı anlayış gösterdikleri, huzurlu bir ortamda yaşarlar. Bu özelliklere sahip toplumlar ise her zaman için daha hızlı gelişebilir ve güç kazanabilirler. Çünkü, birlik ve beraberlik sağlandığında, toplumun bireyleri güç ve enerjilerini tartışmalara, kavgalara, sürtüşmelere, çatışmalara, savaşlara değil, hep hayır ve güzellik dolu işlere yönlendireceklerdir. Ayrıca herkesin emeğini, gücünü, şevkini kattığı, birbirine maddi ve manevi yönden destek sağladığı işlerde büyük bir bereket ve güzellik oluşacaktır.Ancak herşeyden önemlisi birlik ve beraberlik içinde hayır için çalışan insanlara Allah katından bir yardım, bir destek ve güç verileceği müjdelenmiştir. Bu nedenle Allah bazı ayetlerinde müminlere birbirleriyle çekişmemelerini, yoksa güçlerinin gideceğini ve zayıf düşeceklerini hatırlatmıştır. Bu ayetlerden biri şöyledir:
 
Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)

İyiler ve dostlar arasında birleştirici bir rol üstlenmek Allah'ın tavsiye ettiği bir ahlaktır. Özellikle kötülerin azgınlıklarının arttığı bir dönemde müminler arasında kırgınlık, küsmek, alınganlık, çekişme gibi şeytandan olan pislikler kesinlikle barındırılmamalıdır. Bu tür durumları gidermek için çaba gösteren, birleştirici ve uzlaştırıcı bir tutum izlemek güzel bir ibadettir. Allah bunu bir ayetinde şöyle bildirir:
 
Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz. (Hucurat Suresi, 10)

Çekişmek, sürtüşmek, düşmanlık, kin, nefret gibi duyguların tamamı şeytanın insanlar üzerindeki telkini ile oluşan kötü ahlak özellikleridir. Salih Müslümanlar hiçbir zaman bu hislerle hareket etmezler, daima ihlaslı, tevazulu, dostane ve birbirlerine karşı düşkün ve sevgi doludurlar. Halis niyetli olmayan insanlar en yakın arkadaşlarının, hatta öz kardeşlerinin dahi başarılarını, güzelliklerini çekemeyebilir, haset ederek düşmanlık gösterebilirler. 
Ancak salih bir Müslüman diğerlerinin başarılarıyla ve güzellikleriyle kıvanç duyar, bunlara kendisininmiş gibi sevinir, Allah'a hamd eder. Hatta bu kişinin güzelliklerinin ve başarılarının daha da artması için ona yardımcı olur, gerekirse yol gösterir. Bu ahlaka sahip olmayan insanlar ise bilakis başarısının yollarını tıkamaya çalışırlar. Rekabet, kıskançlık gibi hisler ise hayır yolunda yapılan işlerdeki ihlası kırar, bu da devamında o işin bereketini ve güzelliğini kaçırır.

20. yüzyılın en önemli İslam alimlerinden olan ve yazdığı eserlerdeki samimi üslubu ile iman edenlere örnek olan Bediüzzaman Said Nursi, Kuran'ın bir tefsiri mahiyetinde hazırladığı Risale-i Nur Külliyatı'nda bu konuların üzerinde çok detaylı olarak durmuştur. Bediüzzaman müminlerin yaptıkları işlere rekabet gibi nefsin pisliklerinin karışmaması gerektiğini bir sözünde şöyle ifade etmiştir:
 
"Ey ehl-i hakikat ve tarîkat! Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şöyle dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını müftehirane alkışlamak lâzım gelirken, nedendir ki rekabetkârane o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlas kaçıyor. Vazifenizde müttehem olup, ehl-i dalaletin nazarında, sizden ve sizin mesleğinizden yüz derece aşağı olan, din ile dünyayı kazanmak ve ilmi hakikatla maişeti temin etmek, tama' ve hırs yolunda rekabet etmek gibi müdhiş ittihamlara maruz kalıyorsunuz. Bu marazın çare-i yegânesi: Nefsini ittiham etmek ve nefsine değil, daima karşısındaki meslekdaşına tarafdar olmak." (Lemalar, s. 157-158

Bediüzzaman Said Nursi'nin de belirttiği gibi, Kuran ahlakına hizmet, inananların omuzlarında taşıdıkları bir hazine hükmündedir, son derece değerlidir. Herkesin bu değerli hizmette fedakarane bir yardımı ve desteği olmalıdır. Bu kıymetli hizmette şevk ve heyecanla göreve koşan bir mümini kıskanmak, ya da kendine rakip olarak görmek salih bir Müslümana yakışmaz. Kıskanmak bir yana onun bu azmiyle gurur duyması ve desteklemesi gerekir.

Kıskançlık, şeytanın ittifakının bir vasfıdır. İhlasla çalışmanın içinde böyle bir kötülüğün yer alması ittifakın gücünü kırmaktan başka bir şeye yaramaz. Gücün gitmesi de sadece kötülerin ittifakına fayda verecektir. Bediüzzaman'ın da söylediği gibi, bu hastalıkların tek çaresi nefsinden taraf olmayıp, daima dostuna taraf olmaktır. Bediüzzaman İhlas Risalesi'nde ise, müminlerin aynı bir fabrikanın çarkları gibi birbirleriyle son derece uyumlu ve birbirlerini tamamlayıcı yönde hareket etmeleri gerektiğini, birbirlerinin gıpta damarlarını tahrik edecek tavır ve konuşmalardan kaçınmalarını şöyle anlatmıştır:
 
"Bu hizmet-i Kur'aniye'de bulunan kardeşlerinizi tenkid etmemek ve onların üstünde faziletfüruşluk nev'inden gıbta damarını tahrik etmemektir. Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder; yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır. Hem nasılki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip sa'ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidadlarıyla, birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler, hakikî bir tesanüd bir ittifak ile gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre mikdar bir taarruz, bir tahakküm karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak. İşte ey Risale-i Nur şakirdleri ve Kuran'ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevînin âzalarıyız. ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. ve sahil-i selâmet olan Dâr-üs Selâm'a ümmet-i Muhammediyeyi (A.S.M.) çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede çalışan hademeleriz. Elbette dört ferdden bin yüz onbir kuvvet-i maneviyeyi temin eden sırr-ı ihlası kazanmak ile, tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz." (Lemalar, sf. 160-161)

Bu örnekte de olduğu gibi nasıl fabrikanın çarkları birbiriyle uyumlu, rekabetten uzak çalışıyorsa ve hiçbiri bir diğerinin önüne geçmiyorsa ve ancak bu şekilde üretim kusursuz, eksiksiz ve zamanında elde edilebiliyorsa; Allah rızası için hayır yolunda çaba gösteren müminlerin de aynı uyum içinde hareket etmeleri gerekir. Birbirlerinin eksiklerini araştırmadan, kusurlarını görmeden, hatta biri bir diğerinin eksiğini tamamlayarak çaba göstermelidirler. İnkarcıların şiddetle ittifak halinde olduğu, müminlere karşı kin ve nefretlerinin ağızlarından taştığı, zavallı insanlara, kadınlara, çocuklara ve yaşlılara zulmedildiği bir ortamda, bu mazlum insanlar vicdan sahibi kimselerden medet ummaktadırlar. O halde samimilerin, vicdanlıların, dürüstlerin, akıl sahibi, salih insanların güçlerini birbirlerine karşı kullanmalarının Allah katında büyük bir sorumluluğu olabilir. Müminlerin birbirleriyle ittifakı, yardımlaşmaları, aralarındaki dostlukları, tesanütleri, muhabbetlerini artırmaları ve hiçbir an ittifaklarını zayıflatacak bir ihtilafa düşmemeleri son derece önemlidir. Hiçbir dünyevi hırsı bulunmayan, hayır olarak gördüğü her davranışı, her eseri, her faaliyeti kendisine bir pay çıkarmadan, benim senin ayırımı yapmadan hayır için kullanan, kıskançlık, rekabet gibi nefsin pisliklerinden sakınan insanların dayanışmaları kötü niyetli şer ittifakını mutlaka yıldıracak, iyilerin ittifakına güç katacaktır.


Müslüman sürekli olarak kalbinde Allah'la beraberdir



Müslüman hayatın en önemli sırlarına vakıf olmuş, evrenin yaratılış amacını ve kendisinin bu dünyada neden bulunduğunu kavramış insandır. Dünyanın geçici bir yer olduğunu, Allah’ın takdir ettiği bir zamanda hayatının sona ereceğini bilir ve bu gerçeğe göre yaşar. Her şeyin Allah’ın dilemesiyle gerçekleştiğinin, O’nun dilemesi dışında bir yaprağın dahi düşmeyeceğinin farkındadır. Baktığı her noktada Allah’ı görür, O’nu tesbih eder ve yüceltir. Kalbi sürekli kendisini yaratan ve ona sayısız nimetler bahşeden Rabbimiz'le beraberdir; hiçbir şey onu Allah’ı anmaktan alıkoymaz. Ne yaparsa yapsın, hangi amel ile meşgul olursa olsun, dikkati hep Allah’ta ve O’nun ayetlerindedir. Allah Müslümanların bu özelliklerini bir ayetinde şu şekilde haber vermektedir:

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)

Elbette bu, Allah’ı çok seven, O’nun rızasını her şeyin üzerinde tutan, O’ndan gereği gibi korkan, dünyadan hiçbir beklentisi olmayıp yalnızca Allah’ın rızasını arayan, kalpleri Allah aşkıyla dolu olanların özelliğidir. Ve hiç şüphe yok ki bu, kişinin tamamen kendi rızasıyla tercih ettiği bir haldir; bilerek, isteyerek, zevkle, aşkla, derin bir istekle Allah’ın rızasını ve ahireti tercih etmenin bir göstergesidir. Kim kalbini Allah’a bağlarsa, O’na yakınlaşmak, imanında olabildiğince derinleşmek ve ahirette Allah’ın rızasına, rahmetine ve cennetine erişmek için çaba sarf ederse, Allah onu bu çabasında başarılı kılacaktır. Allah bir ayetinde bu durumu şu şekilde belirtmektedir:

Kim ahiret ekinini isterse, Biz ona kendi ekininde artırmalar yaparız. Kim dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz; ancak onun ahirette bir nasibi yoktur. (Şura Suresi, 20)




29 Haziran 2015 Pazartesi

Mümin içinden gelen her hisse teslim olmaz...



Kimi insanlar içlerinden ne gelirse, hiç düşünmeden onu hemen uygulamaya geçirirler. Akıllarından ne geçerse hemen onu düşünmeden söylerler. Davranışlarının ya da konuşmalarının doğuracağı sonuçları hesaplamaya gerek duymazlar. Öfkelenirlerse, yatıştırmaya hiç gerek duymadan kızgınlıklarını dile getirirler. İçlerinde küskünlük hissediyorlarsa, bunu hemen açığa vururlar. Rahatsız oldukları bir durum oluştuğunda, buna bozulduklarını hemen karşı tarafa hissettirirler. Ağlama hissi gelirse ağlarlar. Hüzünlenme, ümitsizliğe kapılma ya da alınganlık telkinleri gelirse, hemen bu ruh hallerine geçerler.

İşte müminin bir farkı burada ortaya çıkar. Mümin her içinden geleni yapmaz. Çünkü ‘içinden gelen’ demek, ‘nefsin istekleri’ demektir. Mümin bunları önce Kuran ile değerlendirir ve eğer ancak Kuran ahlakına uygun bir tavırsa uygular. Zira mümin, kendini nefsinin kontrolüne bırakmış bir insan değildir. Nefsi onu değil, o nefsini yönetir.

Dolayısıyla iman eden bir insan, içinde öfke hissi duyduğunda öfkelenmez. Kıskançlık hissi gelince kıskanmaz. Darılma arzusu gelince küskünlüğe kapılmaz. Enaniyet hissi gelince, büyüklenen bir tavır göstermez. Gurur yapma isteği gelirse, gururuna yenik düşmez.

Eğer içinde bunlara benzer, nefse ait kötü bir duygu hissediyorsa, müminin yapacağı şey mutlaka ‘Allah'a sığınmak’tır. Allah'a sığınır, içinden gelen yanlış hisleri yener ve bunun yerine Kuran ahlakına göre uygulanması gereken davranışları uygular.

Bu, mümin ahlakındaki çok önemli bir üstünlüktür. Müslümanın nefsini bu şekilde kontrol edebilmesi ise, şüphesiz ki Allah'a karşı duyduğu içli sevgi ve derin korku vesilesiyle mümkün olur. Çünkü nefis, -akıl ve vicdan kullanılmadığı takdirde- insan üzerinde gerçekten etki sahibidir. Allah nefsi, -dünya hayatındaki imtihanın bir gereği olarak- bu şekilde yaratmıştır. Allah korkusu olmayan, ahirete inanmayan insanların, nefisleriyle mücadele edebilecek, ondan gelecek telkinlere karşı koyabilecek ve onu yenebilecek güçleri yoktur. Nefislerinin tam kontrolüne girmişlerdir. Ve hayatlarının akışını, nefislerinin belirlemesine bırakmışlardır.

Müminler ise Hz. Yusuf (a.s.)’ın, "(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbim'in kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir." (Yusuf Suresi, 53) sözleriyle dile getirdiği gerçeğin tam olarak şuurundadırlar. Bir şeyin içlerinden geliyor olmasının, o hisse teslim olmak için bir mazeret olmadığını bilirler. Allah'ın kendilerini, akıl kullanmaktan, vicdana uymaktan, Kuran ahlakını yaşamaktan sorumlu tutacağını bilirler. Bu nedenle de nefis ne kadar zorlarsa zorlasın, içlerinden gelen nefsi isteklere boyun eğmezler.

Bir kısım insanlar da, içlerinden gelen yanlış hislerin yalnızca bazısına karşı koyabilecek güçleri olduğuna; ancak bazıları karşısında da aciz olduklarına inanırlar.Örneğin böyle bir kişi, nefsi nezaketsizlik telkini verse, bunu yenebileceğine inanır. Umursuzluk, tembellik, bencillik gibi hislere de karşı koyabilecek tüm gücü olduğundan emindir. Ama öfkesini yenemediğine inanır. Ya da hüzünlendiğinde, içinden ağlama hissi geldiğinde, bunu durdurabilmek için bir şey yapamadığı kanaatindedir. Bunun manevi değil, fiziksel bir şey olduğunu; bu isteklerin vücudunun bir tepkisi olduğunu, dolayısıyla karşı koyamadığını düşünür. Bu tarzda, nefsinde, müdahale edemediği daha onlarca açık nokta olduğu kanaatindedir. “Ne yapayım, ben böyleyim, sinirlerime hakim olamıyorum”, “ Her insanın bir kusuru olur, benimki de işte bu, beni böyle kabul edin” gibi sözlerle bu düşüncelerini çevresine de kabul ettirmeye çalışır.

Fakat elbetteki bu gibi insanların tüm bu inançları baştan sona yanlıştır. Allah Kuran'da insanın nefsine kötülüğü de öğrettiğini, ancak insana bu kötülükleri yenebilecek gücü de verdiğini bildirmiştir:

Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene',

Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).

Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.

Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)

Dolayısıyla Kuran'da verilen bu bilginin aksi bir inanç içerisinde olan kimse yalnızca kendini kandırmaktadır. Gerçekten istediği takdirde, her insanın –Allah'ın dilemesiyle- nefsindeki her türlü kötülüğü, yanlışlığı, eksikliği yenebilecek bir gücü vardır. Nefsinden en şiddetle gelen ve kendisini en zorlayan telkinlerde bile, her insan için –Allah'tan korkup sakındığı takdirde- bir çıkış yolu vardır. Azmedip nefsi yenmek için çaba harcamak yerine, hemen nefse teslim olmak, ‘güç yetiremediğini’ düşünerek o eksiklikle yaşamayı kabullenmek çok büyük acizlik olur. Allah dünya hayatında insana, her şeyin doğru yolunu göstermiştir. Çözümü Kuran'da arayan her insan, bu doğru yolları kolaylıkla bulur ve hiç zorlanmadan uygulamaya geçirir.

Tüm bu bilgiler ışığında insanın şu gerçeği çok iyi kavraması gerekir: Her insan, hayatı boyunca nefsinden gelen binlerce telkinle karşılaşacaktır. İnsanın her gün, her saat, hayatını nefsinin bu onlarca isteğine göre yaşaması, onu çok tehlikeli bir çizgiye sürükler. Kişinin, içinden gelen her telkinde hemen nefsinin isteklerine kendini bırakması, insanı dünyada ve ahirette hüsrana sürükleyecek çok büyük bir hatadır. Allah nefsi, insanın, içindeki kötülüklerle mücadele etmesi için yaratmıştır. Bu nedenle insanın asla, “Bu benim huyum”, “Ben böyleyim”, “Çok mücadele ettim, başaramadım”, “Benim gücüm dahilinde değil bunlar”, “Elimden geleni yapıyorum ama nefsimdeki şu özelliği yenemiyorum” gibi çaresiz (Allah'ı tenzih ederiz) ve Kuran'da bildirilen gerçeklerle tamamen çelişen cahili üslupları hem aklından geçirmemesi hem de kullanmaması gerekir. Eğer nefsinde halen yenemediği bir kötülük varsa, mümin bunun çözümünün, ‘Allah'tan daha çok korkup sakınmasında’ ve ‘Kuran'a daha sıkı sarılmasında’ olduğunu bilmelidir. Samimiyetle bu ahlakı yaşadığında, Allah ona kötülüğü yenecek gücü lütfedecektir.

Kuran'da müminin bu konuda bilmesi gereken gerçekler şöyle bildirilmiştir:

Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez... (Bakara Suresi, 286)

... Hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz... (Enam Suresi, 152)

... Kim Allah'tan korkup-sakınırsa (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir. (Talak Suresi, 4)

Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır.

Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır.

Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et.

Ve yalnızca Rabbine rağbet et. (İnşirah Suresi, 5-8)



Bir olayı olumsuzdan yola çıkarak halletmeye çalışmak, çoğu zaman yapıcı değil yıkıcı etki oluşturur.



... Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir.

Bu, öğüt alanlara bir öğüttür. (Hud Suresi, 114)

Şeytanın kullandığı yöntemlerden biri de insanları olumsuz konuşmaya teşvik etmesidir. Şeytanın bu telkini altına giren bir insan, bazı durumlarda olumsuz konuşmanın son derece gerekli ve faydalı olduğuna inanır. Hatta pek çok konuyu halledebilmek için bir olayın olumsuz yönlerinin de irdelenmesinin zaruri olduğunu düşünür. Ancak bu doğru değildir.

 Bir konuda ilerleme kaydetmek ve daha yapıcı sonuçlar elde etmek isteyen bir insanın, geçmişteki ya da halihazırdaki var olan olumsuz yönleri, olumsuz şartları dile getirmesi, tam tersine kişilere zarar verip yıkıcı etki de yapabilir. Kişi o an için meydana getirdiği bu sonuçların farkına varmayabilir. Ama aslında olumsuzlukları tekrar tekrar dile getirmesiyle çevresine olduğu kadar, kendisine de zarar verir. Anlattıklarıyla kendisine daha derin telkinler yaparak, olumsuzların gerçekliğine kendisini daha da kesin bir şekilde inandırır.

Bu bakış açısındaki insanın bir de şöyle bir düşüncesi vardır: “eğer olumsuzu gizlersem gerçekçi davranmamış dürüst olmamış olurum. Gerçekte zaten var olan bir şey bu. Bunu dile getirsem de getirmesem de bu zaten var. Bir de söze dökmenin ekstradan daha ne olumsuz etkisi olabilir ki? Ayrıca var olan bir olumsuzluğu gizlersek; sanki hiç yokmuş, hiç olmamış gibi davranırsak, üzerini örtersek, o zaman onu nasıl ortadan kaldırırız? Nasıl çözeriz? O zaman o olumsuzluk her zaman zeminde var olmaya devam edecek, gizliden gizliye sürüp gidecektir. Bu yüzden ben gerçekçi ve dürüst davranıp, yıkıcı da olsa olumsuzlukları mutlaka dile getirmeliyim.”

İşte bu da çok yanlış bir düşüncedir. Dürüstlük, doğruculuk, gerçekçilik demek sürekli olumsuzlukları dile getirmek değildir. Aynı sonucu almanın çok daha güzel, daha hikmetli, etkili, faydalı ve yapıcı yolları da vardır.

Makbul olan, olumsuzu hiç dile getirmeden, onun çözümü olacak olan olumlusunu konuşmaktır. Bu, bir konuyu hallederken her iki tarafa da olumlu telkin yapacak, olumlu sonuca ulaşılmasını hızlandıracak ve olumlu temelleri güçlendirecek bir ahlaktır. Olayların sürekli olumsuz yönleri üzerinde durmak ise, ortada sanki bir açmaz varmış telkini verir. Adeta aşılması ve unutulması mümkün olmayan, kişilerin hayatları boyunca peşlerini bırakmayacak, üzerlerine ilişmiş, kalıcı hasarlarmış gibi bir hipnoz etkisi yapar. Oysa olumsuz yönler, dile getirilmediği ve onları giderecek olumlu tedbirler alındığı takdirde, hızla yok olur ve eriyip gider.

Allah Kuran’da, “iyiliklerin kötülükleri gidereceğini” bildirmiştir (Hud Suresi, 114). Bu Allah'ın kesin bir adetullahıdır. Asla değişmez. Kesin bir gerçektir. Ve mutlaka bu şekilde sonuç verir. Dolayısıyla sürekli olumlusunu konuşan, olumludan yana tedbirler alan ve olayları hayır gözüyle, pozitif yaklaşarak değerlendiren ve uygulayan bir insan, Allah'ın izniyle ortadaki olumsuzluklardan hızla sıyrılıp kurtulacaktır.

Ayrıca sürekli olumlusunu söylemek, gerçekte durum hakikaten zahiren olumsuz gibi görünse dahi, mutlaka olumlu telkin yapar. Gerçekte o şekilde olmasa bile, öyleymiş gibi taraflara o konuyu halletmede cesaret, huzur, güven ve yapıcı hareket edebilme gücü verir.

Bu şekilde hareket etmek, dürüstlükten uzaklaşmak, gerçekleri gizlemek değildir. İnsan eksik, kusurlu ve hatalı yönleri içten içe elbetteki bilir. Ama bunu sürekli konuşmak yerine, bunun tedbirlerini alarak üzerine gider ve Allah'ın izniyle de çözüme kavuşturur.

Şöyle kısa bir örnekle de bu durum açıklanabilir: İnsan çok korkacağı, ürkeceği bir durumla, gerçekten huzursuz ve tedirgin olacağı şartlarla karşılaşabilir. Ve içinde de bu hisleri yoğun olarak yaşayabilir. Ama her ne olursa olsun, “Ben çok korktum, çok ürktüm, çok huzursuz ve tedirginim” diyerek bu olumsuz hisleri dile getirmez. Çünkü bunları söylemenin kişiye de, karşısındakilere de bir faydası olmaz. Aksine kişilerin tedirginlikleri bu tarz bir üslupla giderek daha da artabilir. Bunun yerine cesaretlendirici, güven ve huzur verici, yapıcı, destekleyici konuşmalar yapmak, ve bu yolla olumsuzları yenmeye çalışmak çok daha etkili, faydalı ve hikmetli bir yaklaşımdır.

Bunun gibi, insanın günlük hayatında karşısına çıkan diğer tüm olayları da bu bakış açısıyla değerlendirip çözmeye çalışması son derece önemlidir. Bu en başta, Kuran'ın bize gösterdiği ahlakın bir gereğidir. Allah Kuran’da insanlara, “sözün en güzelini söylemelerini” emretmiştir (İsra Suresi, 53). İşte bu nedenle olumsuzu söylemeyip, daima olumludan yana konuşmak, Allah'ın izniyle şeytanın oyununu bozacak; olayların olabilecek en güzel şekilde sonuçlanmasına vesile olacak en hayırlı en etkili yöntemlerden biridir.

“Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.”(İsra Suresi, 53)



11 Mart 2015 Çarşamba

İman Hakikatleri Allah'ın Rahmetine, Cennetine ve Ahirette Yüksek Derecelere Kavuşmaya Vesile Olur



Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız,
O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan
herşeyin de Rabbidir.. (Şuara Suresi, 28)

İman hakikatlerinin, insanların Allah'ı daha yakından tanıyarak O'na iman etmelerine vesile olduğunu buraya kadar çeşitli yönleriyle ele aldık. Aynı zamanda iman edenlerin imanlarını artırdığından, sarsılmaz bir imanı kalplere yerleştirdiğinden, Allah'ı gereği gibi takdir etmeyi sağladığından da bahsettik. İman hakikatlerinin öğrenilmesi ve tefekkür edilmesi sonucunda kazanılan tüm bu vasıflar müminin Allah korkusunun artmasını,    Allah'ın emir ve yasaklarını çok daha şevkli ve bilinçli bir şekilde yerine getirmesini sağlar. Dolayısıyla, Allah'ın rahmetine kavuşmasına vesile olurlar.

Allah'ın rahmeti bu dünyada hayır, bereket, güzellik, aklın artması, ilim ve hikmet verilmesi, huzur, neşe ve mutluluk verilmesi, nimet verilmesi gibi ihsanlardır. Ahirette ise ebedi Cehennem azabından kurtuluş, sonsuz Cennet nimetlerine ve Allah'ın sürekli rızasına kavuşmadır.

İmanın derecesine göre Cennette kavuşulan dereceler de farklı farklıdır. Bu nedenle iman hakikatlerinde derinleşerek,     Allah'ın sonsuz sıfatlarına daha yakından şahit olan ve bunun sonucunda kesin bilgiye dayalı (tahkiki), katıksız ve üstün bir imana sahip olan müminlerin Cennetteki makamları da Allah'ın izniyle aynı oranda üstün olur. (En doğrusunu Allah bilir.)

İman hakikatlerini inceleyen, öğrenen müminler, sahip oldukları derin tefekkürleri ve içleri titreyerek Allah'tan duydukları korku nedeniyle, Allah'ın izni ve dilemesiyle, cennetlerde yüksek derecelerle ödüllendirileceklerdir:

Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler. Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. İşte gerçek mü'minler bunlardır. Rableri Katında onlar için dereceler, bağışlanma ve üstün bir rızık vardır. (Enfal Suresi, 2-4)



İman Hakikatleri, İnsanın Düşünce Ufkunu Açar



Güneş ve Ay (belli) bir hesap iledir. Bitki ve ağaç (O'na) secde etmektedirler.
(Rahman Suresi, 5-6)

İman hakikatlerini öğrenmek, bunların üzerinde düşünmek, hikmet ve inceliklerini kavramak, insanın düşünce ufkunu açması bakımından da çok önemlidir.

Günümüzde insanlar kalabalık şehirlerin boğucu atmosferinde, tekdüze ve kalıplaşmış bir hayat içinde yaşamakta, Allah'ın her an her yerde yarattığı iman hakikatlerini görememekte, görseler de üzerinden geçip gitmektedirler. Oysa iman eden bir insan için herşey iman hakikatidir. Yeryüzündeki canlı cansız bütün varlıkları, evrendeki düzeni Allah'ın yarattığını bilen insan herşeyi buna göre değerlendirir. Örneğin iman etmeyen insanlar da bir mümin için birer iman hakikatidir. Çünkü Allah Kuran'da böyle insanların var olacağını bildirmiştir. Ayrıca Allah'ın varlığı apaçık iken bu insanların iman etmiyor olması, müminin Allah korkusunun artmasına ve imanı için  Allah'a şükretmesine vesile olur. İman hakikati olarak yalnızca ağaçları, çiçekleri ya da hayvanların şaşırtıcı özelliklerini düşünmez. Onun için Allah'ın yarattığı kolaylıklar örneğin taşıma araçları, cep telefonu ya da bilgisayarı da birer iman hakikatidir. Bunların da Allah'ın izniyle var olduğunu bilir ve işlerini kolaylaştırdığı için Allah'a şükreder.

Etrafımızda kolayca rastlayabileceğimiz gergin, öfkeli, bezgin, düşüncesiz, kaba ve saygısız davranışlar, herşeyi Allah'ın yarattığından habersiz olan cahil insanlara aittir. Oysa herşeyi iman hakikati olarak değerlendiren, bunlar üzerinde düşünen bir insan, manevi açıdan gelişir ve derinleşir.

Allah, bu manevi derinlik ve kavrayıştan uzak olan, sadece dar kalıplar ve basit mantıklar içinde düşünen insanlara Kuran'da "Bedevi"leri örnek göstermiştir. Bedeviler, Peygamberimiz dönemindeki şehirli Araplara karşılık, göçebe hayat süren kabilelerdir. Şehirli Araplar edebiyat ve estetik kültürlerine sahipken, Bedeviler cahil, sert ve kaba tabiatlı bir toplumdur. Böyle bir tabiat dinin kavranması ve yaşanması için büyük bir engeldir. Onun için Allah Kuran'da Bedeviler için şöyle buyurmuştur:

Bedeviler inkâr ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Allah'ın elçisine indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha 'yatkın ve elverişlidir.' Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 97)

"Bedevi karakteri", cehaleti, düşüncesizliği, kabalığı temsil etmektedir. Bu karakteri tedavi etmek için insanların, kültürlü, derin düşünen, Allah'ın yaratmasındaki üstün sanatı ve hikmetleri kavrayabilen bir hale gelmek için çalışmaları gerekir. İman hakikatlerini araştırmak, öğrenmek, düşünmek ve yorumlamak ise Allah'ın bizden istediği bu kültürün temelidir. Bir ayette, Müslümanın bu özelliği şöyle tarif edilir:

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)


2 Mart 2015 Pazartesi

Ahiret kazancı daha hayırlıdır


Allah, ayetlerinde insanları itidalli olmaya ve güzel ahlaka çağırmaktadır. Bir insanın malı ve mülkü arttığında şımarması, eksildiğinde ise ümitsizliğe kapılması Allah'a karşı nankörlük olur. Bir ayette şöyle buyurulmaktadır: 

"Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele." (Bakara Suresi, 155)

Birçok insanın yaşamındaki en önemli amacı mal, mülk zenginliğine sahip olabilmektir. İnsanlar bu hedefe ulaşabilmek için her yolu dener, hiçbir şeyden çekinmezler. İnsanların mala verdikleri bu değer Kuran'da "tutkulu şehvet" ve "dünya hayatının çekici süsü" olarak şöyle tanımlanmıştır:

"Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır." (Al-i İmran Suresi, 14)

Allah bir başka ayetinde ise dinden uzak insanlar için, "Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz." (Fecr Suresi, 20) şeklinde bildirmektedir. Bu ayetten de anlaşıldığı gibi cahiliye toplumundaki insanlar mal sahibi olma konusunda bir hırs içerisindedirler. Mal ve mülk zenginliği, Kuran ahlakını temel almayan toplumlar için, üstünlüğü ifade eden çok önemli bir özelliktir. Bu yanlış modelde, zengin olana saygı duyulur, değer verilir. İnsanlar istedikleri zenginliği elde ettiklerinde çok büyük bir güce sahip olduklarını düşünürler. Bu bakımdan herkes öncelikli olarak çok zengin olmak ister. Cahiliye insanlarının mala ve zenginliğe bu kadar düşkün olmaları, hayatları boyunca sahip olduklarını kaybetme korkusunu da beraberinde getirir. Bu çarpık mantığa ve anlayışa sahip olan insanlar, malları bir sebepten dolayı ellerinden alınırsa tamamen umutsuzluğa düşerler ve Allah'a karşı isyankar bir tavır gösterirler. Mallarının eksilmesinin aslında bir deneme olduğundan tamamen gaflette oldukları için, büyük bir zarara uğramanın üzüntüsünü yaşarlar.

R0021Oysa Allah, Kuran'da Hadid Suresi 23. ayette, iman eden kullarına ellerinden çıkanlar için üzüntü duymamalarını ve kendilerine verdiği nimetler dolayısıyla da sevinip şımarmamalarını emretmiştir.

Dünya hayatının bir deneme mekanı olduğunun ve imtihan edildiğinin bilincinde yaşamayan insan, malı bir anda elinden alındığında neye uğradığını şaşırıp; olumsuz ve isyankar bir yapı gösterebilir.

Dinden uzak insanlar mal kaybını bu bozuk bakış açısıyla değerlendirdikleri için, bu olayların hayırlı ve iyi yönü olamayacağını düşünürler. Nitekim bu bakış açısı ve Allah'a karşı gösterilen tevekkülsüzlük nedeniyle, gerçekten de olaylar kendi aleyhlerinde gelişir.

Oysa hayır gözüyle bakan insanlar için durum tamamen farklıdır.

Mülklerini yitirmelerinin o anda bilmedikleri pek çok hikmetleri ve hayırları bulunmaktadır. Belki de Allah, bu vesile ile zenginlikten şımarmış ve büyüklük hissi duyarak dünya hayatının geçici heveslerine kapılmış olan kullarına bir hatırlatma yapmaktadır. Onlara, bütün gücün Allah'a ait olduğunu ve sadece Kendisi'ne, Allah'a, rağbet etmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır.

Allah, zorluk anında sabreden, tevekkül eden kullarına dünyada ve ahirette daha güzeliyle karşılık vererek, onlar için bilmedikleri hayırlı bir gelecek belirlemiştir. Bu şekilde dünya hayatının geçici menfaatleri yerine, sonsuz olan ahiret hayatındaki sayısız nimetleri onlara verebilir. Elbetteki bir kıyas yapıldığında sonsuz ahiret nimetlerinin daha hayırlı olduğu son derece açıktır.

ALLAH'IN İSİMLERİ

DAFİĞ

( Belaları defeden, Çevirici )

"Böylece onları, Allah'ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud, Calut'u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def'i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, alemlere karşı büyük fazl (ve ihsan) sahibidir." (Bakara Suresi, 251)

 Müminleri maddi manevi her türlü tehlikeden koruyan Allah, onlara; kafirlere, münafıklara, müşriklere karşı da büyük bir kuvvet, yenilmez bir güç verir. Onlar hazırladıkları sinsice tuzakların, düzenledikleri saldırıların daha planlarını kurarlarken Allah da onlar için bir düzen kurar. Böylelikle vermek istedikleri zararı müminlerden engelleyerek tuzaklarını kendi başlarına geçirir.

Allah, inkarcıları da kendi aralarında ayrılığa düşürerek, birbirleriyle mücadele ettirir ve kimini kimine kırdırarak güçten düşürür.

Müslümanlara kin besleyen kişileri onlardan uzak tutar, inkarcıları kendi canlarının derdine düşürecek belalar gönderir. Bu ilahi yardım Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

"Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder..." (Hac Suresi, 40)

Bunun yanında, pek çok zorluğu, hastalığı, vesveseyi, şeytanın şerrini ve belayı da müminlerin üzerinden def eden ve daha bilmedikleri nice musibeti onlardan geri çeviren yalnızca Allah'tır. Kuşkusuz bunların her biri Allah'ın müminlere gizli ve açık yardımlarıdır. O, kullarına karşı çok şefkatli, Kendisi'ne sığınanlara, Kendisi'nden yardım isteyenlere karşı da esirgeyenlerin en hayırlısıdır.

Allah'a karşı derin bir saygı samimi imanın önemli alametlerindendir



Allah'a, dine, Kuran'a, Peygamber (sav)'e, meleklere, mukaddesata ve tüm manevi değerlerimize karşı içten bir saygı samimi imanın önemli alametlerinden biridir. Allah, Kuran'da Peygamberlerin ve salih müminlerin saygı dolu bir korku ile Allah'tan korktuklarını, haşyetle Allah'ı andıklarını, kalplerinin Allah korkusuyla yumaşadığını, derin korkuları vesilesiyle sağlam ve kamil bir imana sahip olduklarını haber vermiştir. Dolayısıyla tüm Müslümanların Allah'ı anarken, Peygamberimiz (sav) ve tüm Peygamberlerden bahsederken, dini konular hakkında konuşurken son derece titiz ve özenli olmaları gerekir.

Allah'a karşı saygıya uygun olmayan bir üslup hem kişinin ahirette büyük bir sorumluluk yüklenmesine, hem de kendisini dinleyen zayıf imanlı veya imanı bilmeyen kimselerin olumsuz etkilenmesine sebep olacaktır. Her Müslümanın böyle bir konuma düşmekten şiddetle sakınması gerekir.

 MÜMİNLERİN ALLAH'A DERİN SAYGILARI

Gerçekten, Rablerine olan haşyetlerinden DOLAYI SAYGIYLA KORKANLAR (Müminun Suresi, 57)

Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. RABLERİNDEN İÇLERİ SAYGI İLE TİTRER, kötü hesaptan korkarlar. (Rad Suresi, 21)

Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O'nu görmedikleri halde) BİR HAŞYET İÇİNDEDİRLER ve onlar, kıyamet saatinden 'içleri titremekte olanlardır.' (Enbiya Suresi, 49)

Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak Biz'e dua ederlerdi. BİZ'E DERİN SAYGI GÖSTERİRLERDİ. (Enbiya Suresi, 90)

Şayet Biz bu Kur'an'ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu ALLAH KORKUSUNDAN SAYGI İLE BAŞ EĞMİŞ, PARÇA PARÇA OLMUŞ GÖRÜRDÜN. İşte Biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz. (Haşr Suresi, 21)

İman edenlerin, Allah'ın ve haktan inmiş olanın zikri İÇİN KALPLERİNİN 'SAYGI VE KORKU İLE YUMUŞAMASI' ZAMANI gelmedi mi? Onlar, bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasık olanlardı. (Hadid Suresi, 16) 

Ki Allah'a ve Resûlü’ne iman etmeniz, O’nu savunup-desteklemeniz, O’NU EN İÇTEN BİR SAYGIYLA-YÜCELTMENİZ ve sabah akşam O'nu (Allah'ı) tesbih etmeniz için. (Fetih Suresi, 9)

Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, SAYGIYLA (ALLAH'TAN) KORKAN ERKEKLER VE SAYGIYLA (ALLAH'TAN) KORKAN KADINLAR, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzap Suresi, 35)

Şüphesiz, Kitap Ehlinden, Allah'a; size indirilene ve kendilerine indirilene -ALLAH'A DERİN SAYGI GÖSTERENLER OLARAK- İNANANLAR VARDIR. Onlar Allah'ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri Katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Al-i İmran Suresi, 199)

Dünyadayken, Allah ve İslam hakkında saygıya uygun konuşmalar yapmayanlar, kendilerince alaycı bir üslup kullananlar, insanların Allah'a olan saygı ve sevgisini zayıflatacak bir tavır içinde olanlar, ahirette Allah'ın huzuruna çıktıklarında bunların hiçbirini yapmayacaklar ve yaptıklarından dolayı da derin bir pişmanlık yaşayacaklardır.

KAFİRLERİN VE MÜNAFIKLARIN ALLAH’IN HUZURUNDAKİ YÜZ İFADELERİ VE KONUŞMA ÜSLUPLARI

O gün, kendisinden sapma imkanı olamayan çağırıcıya uyacaklar. Rahman (olan Allah)a karşı sesler kısılmıştır; artık bir hırıltıdan başka bir şey işitemezsin. O gün, Rahman (olan Allah)'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz. (Taha Suresi, 108-109)

Onları görürsün; zilletten başları önlerine düşmüş bir halde, ona (ateşe) sunulurlarken göz ucuyla sezdirmeden bakarlar. İman edenler de: "Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendi nefislerini, hem yakın akraba (veya yandaş)larını da hüsrana uğratmışlardır" dediler. Haberiniz olsun; gerçekten zalimler, kalıcı bir azab içindedirler. (Şura Suresi, 45)

"Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir." (Lokman Suresi, 19)

Öyleyse sen onlardan yüz çevir. O çağırıcının 'ne tanınmış, ne görülmüş' bir şeye çağıracağı gün...Gözleri 'zillet ve dehşetten düşmüş olarak', sanki 'yayılan' çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar. Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kafirler derler ki: "Bu, zorlu bir gün." (Kamer Suresi, 6-8)

Gözleri 'korkudan ve dehşetten düşük, kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi. (Kalem Suresi, 43)

(Ey Muhammed,) Allah'ı sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından habersiz sanma, onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir. Başlarını dikerek koşarlar, gözleri kendilerine dönüp-çevrilmez. Kalbleri (sanki) bomboştur. (İbrahim Suresi, 42-43)

(Kıyametin) Geleceği günde, O'nun izni olmaksızın, hiç kimse söz söyleyemez. Artık onlardan kimi 'bedbaht ve mutsuz', (kimi de) mutlu ve bahtiyardır. (Hud Suresi, 105)

Andolsun Rabbine, biz onları da, şeytanları da mutlaka haşredeceğiz, sonra onları cehennemin çevresinde diz üstü çökmüş olarak hazır bulun duracağız. (Meryem Suresi, 68)



27 Ocak 2015 Salı

Müslümanlar hata yaptıklarında da son derece tevekküllü davranırlar



Salih müminler Allah’tan korkan, Allah’ı büyük bir aşkla, derin bir sevgiyle seven, Allah’ın inayeti altında olan müstesna insanlardır. Yalnızca Allah’tan
korkar, yalnızca O’na güvenip dayanırlar. Hayatları boyunca dinin hükümlerini gözetir, Allah’ın beğendiği ahlakı sergiler, hiçbir şart ve ortamda bu ahlakın dışına çıkmazlar. 

Allah’a ve Allah’ın yarattığı kadere büyük bir saygıyla boyun eğen müminler, Allah’ı çok sevdikleri için O’ndan gelen her şeyi kendileri için bir nimet ve hayır olduğunu bilirler, tüm yaşadıklarını sevinç ve neşeyle karşılarlar. Başlarına gelen hiçbir olay karşısında üzüntüye, paniğe, öfkeye kapılmaz, hiçbir zaman itidallerini kaybetmez, her zaman tutarlı ve itidalli tavırlar sergilerler. Hiçbir olay onları kontrolden çıkarmaz. Çok istedikleri bir şeye kavuşamadıklarında ya da çok emek verdikleri bir şeyde bekledikleri sonuca ulaşamadıklarında da itidallerini korur, üzülmez, karamsarlığa, ümitsizliğe kapılmazlar. Hastalandıklarında ya da maddi imkanlarını yitirdiklerinde de imanın neşesini yaşamaya devam ederler. 

Kısacası hiçbir şey Müslümanın moralini bozmaz. Müslüman en olumsuz görünen bir olayda dahi büyük hayırlar olduğunu mutlaka bilir. Öyle ki, hata yaptığında da üzüntüye kapılmaz ve bunda kendisi bir hayır ve hikmet olduğu gerçeğini unutmaz. Hatayı yaptıranın da Allah olduğunun farkındadır ve Allah’ın bu hata ile kendisine bir şey öğretmeyi dilediğini bilir. Allah’ın kendisini cennetine almayı dilediğini umar ve ahlakını daha da mükemmelleştirmek için Allah’ın kendisini eğittiğini düşünür. Allah’ın kendisini denediğini anlar, tevekkül eder ve istemeden yaptığı hatanın da bir kader üzere gerçekleştiğini bilmenin rahatlığını ve huzurunu yaşar. Allah, müminlerin bu mütevekkil ruh hallerini Kuran’da şöyle bildirmektedir:

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

Elbette ki yapılan hata yanlıştır, ama esas itibariyle Müslüman için hata da bir hayırdır. Çünkü Müslüman yaptığı hatadan ibret alacak, tövbe ederek Allah’a yaklaşacak, kendi aczini görüp Allah’ın büyüklüğünü ve kudretini bir kez daha kavrayacaktır. 

Bu, yalnızca müminlere has bir teslimiyet halidir. Müminler başlarına gelen zorluklar ya da yaptıkları hatalar karşısında hüzün, stres, panik, korku gibi duygulara kapılmazken, iman etmeyenler aynı rahatlığı asla yaşayamazlar. Örneğin onlar için hata yapmak büyük bir azap konusudur. Hata yapan insan diğer kişilerin gözünde küçük düşeceği korkusuna kapılarak ruhsal çöküntü içine girer. Gerçekten de Allah’tan korkan ve Allah’ın emrettiği güzel ahlakı yaşamayan insanlar arasında hataya asla yer yoktur. Hata yapan insan acımasızca eleştirilir, şevki kırılır ve hatasını düzeltmek için kendisine bir fırsat tanınmaz. Normal şartlarda başkalarının kendisi hakkında ne düşündüğüne çok önem veren ve hata yapmamak için olağanüstü dikkat sarf eden bir insan olmasına rağmen hata yapan ve bu durum karşısında küçük düştüğüne inanan ve hatasından dolayı dışlanan kişinin bütün dengesini sarsılır ve uzun süre toparlanamaz. 
 
Müminlerin arasında ise bu zalimane kuralların hiçbiri geçerli değildir. Hata yapan bir mümin, diğer müminlerin gözünde hiçbir şekilde küçük düşmez. Müminler her insanın aciz olduğunu, kendilerinin de hata yapabileceğini bilirler ve başkalarının yaptıkları hatalardan ibret alarak aynı hataya düşmemek için gayret gösterirler. Hata yapan kişi küçük düşürülmediği gibi, hata yapıp bundan dolayı pişmanlık duyan ve ahlakını düzeltmek için çaba harcayan kişiye sevgi ve saygı artar. Müminler, Allah'ın Rahman ve Rahim olduğunu, çok bağışlayan, çok merhamet eden, çok acıyan, çok koruyan olduğunu bilirler. Allah affedici olandır. Önemli olan müminin yaptığı hatadan ibret alması, bunu bir kader dersi olarak görmesi, tevbe etmesi ve bir daha aynı hatayı yapmamak için samimiyetle gayret etmesidir. Bir ayette Allah şöyle bildirmiştir: 

Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide Suresi, 39)


Hz. Musa (a.s.) gibi iman etmek, Hz. Musa (a.s.) gibi Allah'a güvenmek, Hz. Musa (a.s.) gibi Allah'ın yardımından asla ümit kesmemek...


Allah, Hz. Musa (a.s.)'nın bu derin imanına ve Allah'a olan teslimiyetine karşılık, insanların hiç ummadıkları ve hayretle izledikleri bir mucize yarattı:
 Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.
Ötekileri de buraya yaklaştırdık.
Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk.
Sonra ötekileri suda boğduk.
Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. (Şuara Suresi, 63-68)
 İnsanın Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu kıssadan alması gereken çok fazla öğüt vardır. Hz. Musa (a.s.)'nın ahlakı, insanların karşılaştıkları zorluk ve sıkıntılar karşısında nasıl bir tavır sergilemeleri gerektiği konusunda önemli bir yol göstericidir. Allah Kuran'ın pek çok ayetinde, kullarına “dua etmelerini; dua edenin duasına mutlaka icabet edeceğini” haber vermiştir. Allah, “samimi iman eden kullarına mutlaka yardım edeceğini” vadetmiştir. “Allah'tan gereği gibi korkup sakınanlara mutlaka bir çıkış yolu göstereceğini” bildirmiştir. “Eğer kalplerinde bir hayır ve güzellik görürse, o kullarına, içlerinde bulundukları durumdan çok daha güzeli ve fazlasıyla karşılık vereceğini” belirtmiştir.
 Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım.Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)
... İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır. (Rum Suresi, 47)
Ey peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: "Eğer Allah, sizin kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse) size sizden alınandan daha hayırlısını verirve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Enfal Suresi, 70)
Allah Kuran'ın her bir ayetini pek çok hikmet ile birlikte yaratmıştır. Şüphesiz ki Hz. Musa (a.s.)'nın ahlakında çok önemli bir sır gizlidir. Allah'a içten bir güven ile güvenen her insan için Allah Katından üstün bir yardım vardır. Allah'a sarsılmaz bir tevekkül ile teslim olup güvenmek, gerçek imanın bir göstergesidir. Ve Allah'a karşı duyulan böyle bir güven, hayatının sonuna kadar müminin kurtuluşudur. Allah bu ahlakından dolayı onu hayatının sonuna kadar koruyacak, her sıkıntıyı ve zorluğu aşmasını sağlayacaktır. Böyle bir insan, hayatı boyunca ne tür engellerle karşılaşırsa karşılaşsın, bunların hiçbiri onun için bir sorun olmayacaktır. Allah'a olan güveni, Allah'ın ona mutlaka çıkış yolunu göstermesiyle sonuçlanacaktır. Çünkü Allah'ın Kuran'da da bildirdiği gibi, “kendini Allah'a teslim eden bir insan, asla kopmayan - sapasağlam bir kulba tutunmuş” gibidir:
 Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini) Allah'a teslim ederse, artık gerçekten o kopmayan bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a varır.(Lokman Suresi, 22)
Dinde zorlama (ve baskı) yoktur.  Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 256)
 İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa'nın adamları: "Gerçekten yakalandık" dediler.
(Musa:) "Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." (Şuara Suresi, 61-62)
Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)
 Hz. Musa (a.s.) ve beraberindeki müminler, iki denizin birleştiği yere geldiklerinde, bir taraflarında deniz, diğer taraflarında ise Firavun’un askerleri vardı. O anda, Firavun’un yanındakilerden birisi, Hz. Musa (a.s.) ve yanındakilerin durumuna bakacak olsa, Firavun'un kesin olarak üstün geldiğini ve Hz. Musa (a.s.)’nın artık yapabileceği hiçbir şey olmadığını düşünebilirdi. Nitekim Hz. Musa (a.s.)'nın yanında bulunan; ona ve onun getirdiği hak dine iman etmiş kimselerden bazıları dahi, “Gerçekten yakalandık” dediler.
Oysa bu, Allah'tan bir denemeydi. Firavun'u da, askerlerini de yöneten, yalnızca Allah’tı. Diğer yandan denizin sularına hükmeden yegane güç de yine yalnızca Rabbimiz’di. Allah, Hz. Musa (a.s.)'nın ve ona inananların, Allah'tan başka bir güç olmadığını ve Allah'ın herşeye güç yetirebilecek kudrette olduğunu kavramaları için böyle bir durum yaratmıştı. O anda yapılabilecek hiçbir şey olmadığı fikrine kapılan kimseler ise, gaflete kapılmışlardı. İçlerinde bulundukları o durumdan yalnızca kendi güçleriyle kurtulabileceklerini zannediyorlardı. Oluşan şartlara karşı kendi güçlerinin yetersiz olduğunu gördüklerinde de, “çaresiz” olduklarını sandılar.
Eğer “tüm gücün Allah'a ait olduğu” gerçeğini daha iyi kavramış olsalardı, şartlar ne kadar zorlu olursa olsun, Allah'a sığınıp Allah'tan yardım dileyebileceklerini unutmazlardı. Allah'ın hakimiyetinin ve kudretinin sınırsız olduğunu; dilediğinde Allah'ın, en imkansız gibi görünen olaylara bile çareler yaratabileceğini bilirlerdi.
İşte Hz. Musa (a.s.) o zorlu anda, bu gerçeğin farkındaydı. Bu yüzden de yanındaki bazı kimseler gibi, “yakalandık” demedi. Bu kimselerin gösterdiği tavra karşı çıktı. “Hayır, şüphesiz Rabbim benimle beraberdir; bana yol gösterecektir” dedi. Pek çok insanın paniğe ve korkuya kapılıp, telaşlanacağı bir anda, Hz. Musa (a.s.) Allah'a gönülden bir imanla güvendi. Zahiren hiçbir kurtuluş yolu görünmediği halde o, Allah'ın yardımından asla ümit kesmedi, Allah'ın bir çıkış yolu yaratacağından kesin emin olan bir ahlak gösterdi. Kendisinin hiçbir gücü olmadığını; ancak Allah'ın, dilediği herşeyi yapmaya kadir olduğunu biliyordu. Allah'ın iyileri, gönülden iman edenleri mutlaka koruyacağına; Kendisi’nden yardım isteyene mutlaka bir yol açacağına güveniyordu. İşte bu yüzden, böyle zorlu bir durum karşısında Hz. Musa (a.s.)’nın ilk yaptığı, Allah'a sığınmak, Allah'ın ismini yüceltmek, Allah'a dua etmek ve Allah'ın yardımının çok yakın olduğuna kesin olarak inanmak oldu.
Bu nedenle insan hayatı boyunca nasıl kapsamlı, nasıl benzersiz ve nasıl zorlu sıkıntılarla karşılaşırsa karşılaşsın, Kuran'da bildirilen bu sırrı unutmamalıdır. Allah dilediğinde, denizi ikiye yaran, suları durdurup müminlere geçebilecekleri bir yol açandır. Allah dilediğinde, çok az bir mümin topluluğunu, çok kalabalık ve çok teçhizatlı, güç sahibi topluluklara galip getirendir. Allah dilediğinde, insanların göremediği binlerce melek ile müminlere yardımını ulaştırandır. Allah dilediğinde, insanların basiretlerini bağlayarak müminler aleyhinde hareket etmelerini engelleyendir. Allah dilediğinde, en zorlu hastalıklara şifa verendir. Allah dilediğinde, yaşı geçkin ve kısır da olsa dilediği kuluna çocuk ihsan edendir.
Allah insanların, Rabbimiz'in yaratmadaki sınırsız gücünü kavrayabilmeleri için Kuran'da pek çok örnek vermiştir. Elbetteki Allah tüm olayları, -imtihanın bir gereği olarak- adetullaha uygun yaratmakta, insanların dualarına, onların akıllarının ihtiyarını kaldırmayacak şekilde icabet etmektedir. Ama önemli olan insanın, Allah'ın bu gücünün sınırsızlığını kavrayabilmesi; Rabbimiz’i gereği gibi takdir edebilmesidir. Allah'a olan dualarını bu takdir ve kavrayış doğrultusunda yapmasıdır. Allah'ın samimi bir kuluna mutlaka yardım edeceğinden kesin emin olmalı; asla şüpheye düşmemelidir. Allah dilerse insanı denemek için duaya hemen karşılık vermelebilir. Ya da Allah kişinin içinde bulunduğu sıkıntıyı hemen kaldırmayabilir. Mümin bunda da Allah'ın takdir ettiği pek çok hayır ve hikmet olduğunu bilecek; hayatının sonuna kadar bir an bile şüpheye kapılmadan Allah'a güvenmeye, Allah'a dua etmeye, yardımı Allah'tan istemeye devam edecektir.

8 Ocak 2015 Perşembe

Kuran kolaya yöneltir



Allah, tarih boyunca tüm insanlara doğruyu bulmaları, kesin olan bilgiye ulaşabilmeleri ve güzel ahlakı tanıyabilmeleri için kutsal kitaplar ile bu kitapları onlara ileten ve açıklayan peygamberler göndermiştir. Allah'ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği son kitap ise Kuran'dır.

Kuran kıyamete kadar geçerlidir

Kuran'ın kıyamete dek geçerli olduğunu ve korunacağını bilen müminler bunun huzur ve güvenini yaşarlar. Kuran, insanın her hükmünden, her emrinden kesin olarak emin olduğu, vicdanı hür ve rahat bir şekilde, tabi olacağı bir kitaptır. İnsanların böylesine "emin" bir yol göstericisinin olması Allah katından verilmiş çok büyük bir nimet ve rahmettir. Allah, Kuran'ın müminler için önemini bir ayetinde şöyle haber vermektedir:

...Biz Kitabı sana, herşeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. (Nahl Suresi, 89)

Kuran'ı kendisine rehber edinen bir insan, yaratılış amacını ve sırlarını, Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmanın yolunu, cennet ve cehennemde nasıl bir hayat olacağını, en güzel ahlakı ve daha birçok bilgiyi en doğru ve eksiksiz şekliyle öğrenir. Kuran'da herşey açıklanmıştır.

Bir insanın din hakkında sorabileceği ve kendisine başka insanlar tarafından yöneltilebilecek her türlü soru Kuran'da cevaplanmıştır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

"Onların sana getirdikleri hiçbir örnek yoktur ki, Biz (ona karşı) sana hakkı ve en güzel açıklama tarzını getirmiş olmayalım." (Furkan Suresi, 33)

Kuran ayetleri ile din hakkında herşeyin bilgisi verilmiştir. Bununla birlikte Allah Kuran'ın indiriliş sebeplerinden birinin de insanların ihtilafa düştükleri konuların açıklanması olduğunu bildirmiştir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

"Biz Kitab'ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik." (Nahl Suresi, 64)

Ayette görüldüğü gibi Kuran, Allah'a iman eden, salih kullar için büyük bir rahmet ve her konuda yol göstericidir. Allah, Kuran yoluyla bize bilemeyeceğimiz, yaratışının sırrı olan konuları bildirir ve tüm insanları bu bilgilerle uyarır.

Örneğin Kuran'da şeytanın varlığı, özellikleri, amacı, insanlara hangi yönlerden yaklaşabileceği, ne gibi yöntemler kullanabileceği, şeytanın sinsi karakteri ve daha pek çok bilgi verilmektedir. Bunun da ötesinde, bir insanın şeytanın etkisinden nasıl çıkabileceğinin yolu gösterilmektedir. Kuran'da şeytan hakkında anlatılanlar müminler için çok büyük bir kolaylıktır Çünkü bu sayede şeytan gibi sinsi ve kendilerine görülmez yollarla yaklaşan bir düşmana karşı insanlar daima uyanık olurlar.

Kuran, herkesin anlayabileceği bir dile sahiptir

Kuran'ın kıyamete dek geçerli olduğunu ve korunacağını bilen müminler bunun huzur ve güvenini yaşarlar. Kuran, insanın her hükmünden, her emrinden kesin olarak emin olduğu, vicdanı hür ve rahat bir şekilde, tabi olacağı bir kitaptır. İnsanların böylesine "emin" bir yol göstericisinin olması Allah katından verilmiş çok büyük bir nimet ve rahmettir. Allah, Kuran'ın müminler için önemini bir ayetinde şöyle haber vermektedir:

Allah yine bir kolaylık olarak, insanların daha kolay kavrayıp anlayabilmeleri için Kuran'da ayetleri çeşitli şekillerde açıklamıştır. Allah Kuran'ın bu üslubunu ayetlerinde şöyle bildirir:

"Andolsun, Biz onlara bir Kitap getirdik; iman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olmak üzere bir bilgiye dayanarak onu çeşitli biçimlerde açıkladık." (Araf Suresi, 52)

"Bak, iyice kavrayıp-anlamaları için ayetleri nasıl çeşitli biçimlerde açıklıyoruz?" (Enam Suresi, 65)

Allah'ın bu hükümlerine rağmen, insanların genel olarak düştükleri önemli hatalardan biri, Kuran'ın her insan tarafından anlaşılır olmadığını düşünmeleridir. Çoğu insan Kuran'ın okunması, anlaşılması ve yaşanabilmesi için uzun yıllar süren bir eğitime ihtiyaç olduğunu zanneder. Bu yargıya varan kişilerin büyük bir kısmı ise bir kez bile Kuran'ı okumamıştır aslında. Veya okumuştur ama anlamayı denememiş, daha başından ayetleri anlamayacağı yönünde kendini şartlandırmıştır. Halbuki Kuran, Allah'ın ayetlerinde bildirdiği gibi apaçıktır. Bu yüzden de samimi olarak Kuran'ı okuyan her insan onu kolaylıkla anlayabilir.Kuran'ın dilinin son derece anlaşılır olması insanlar için çok büyük bir nimettir. Nitekim Allah insanların Kuran'ı rahatlıkla okuyup anlamaları için kolaylaştırdığını bir ayetinde şöyle bildirir:

"Biz bunu (Kuran'ı) senin dilinle kolaylaştırdık, takva sahiplerine müjde vermen ve direnen bir kavmi uyarıp-korkutman için." (Meryem Suresi, 97)

Allah, rahmetinin ve merhametinin bir sonucu olarak, insanların anlayışı için dinini bu kadar kolaylaştırmışken, insana düşen sadece Allah'ın bildirdikleri üzerinde düşünmek ve onları uygulamaktır. Ne var ki, pek çok insan böylesine kolay bir yol varken, zor olanı tercih etmektedir. Kendilerine yanlış yol göstericiler aramakta, yaşamlarının amacını öğrenebilecekleri, ebedi kurtuluşlarına vesile olacak Kuran'dan uzak yaşamaktadırlar.

Kuran tek hidayet rehberidir

Kalpleri tatmin bulmuş olarak Allah'a bağlanan halis müminler, Kuran'ın hüküm ve hikmet sahibi olan Rabbimizden gönderilmiş bir hidayet rehberi olduğunu bilirler. Allah Kuran'ın "müminler için bir öğüt ve sinelerde olana bir şifa" (İsra Suresi, 82) olduğunu bildirmiştir.

Kuran ayetleri ile insanın aklında oluşabilecek sorular ve şüpheler tamamen ortadan kalkar ve insan kendisi için en uygun olan ahlakı ve yaşam biçimini öğrenmiş olur. Bu nedenle Kuran, kendisine uyanlara manevi bir şifa ve iyileşme sağlar.

Şu çok önemli bir noktadır: Allah insanları İslam fıtratını yaşadıkları takdirde mutlu, huzurlu, aklen ve bedenen sağlıklı olabilecekleri şekilde yaratmıştır. Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi, Kuran insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran yegane hak Kitap'tır:

"Bu bir kitaptır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirilmiştir" (İbrahim Suresi, 1)

Allah'ın kitabının nuruna uyanlar, yol göstericiliğine tabi olanlar, -Allah'ın dilemesi ile- dünyada ve ahirette daima kolaylıklarla karşılaşacak ve güzel bir hayat yaşayacaklardır.



Kamil iman sahibi bir mümin... Nasıl bir Allah inancına sahiptir?



Allah'tan başka bir ilah olmadığını,

 Herşeyi yaratanın ancak Allah olduğunu,

 Her işi evirip çevirenin Allah olduğunu,

 Tüm kalplerin ancak Allah'ın kontrolünde olduğunu,

 Allah'ın herşeyi sarıp kuşatan oluğunu,

 Kaderi belirleyen olduğunu,

 Herşeye gücü yeten ve dilediğini yapan olduğunu,

 Herşeyden haberdar olduğunu ve herşeyi işitip gördüğünü,

 Herşeyin üzerinde gözetici ve koruyucu olduğunu,

 Gaybı bildiğini,

 Hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını ve bütün eksikliklerden uzak olduğunu,

 Doğurmamış ve doğurulmamış olduğunu,

 Şaşırmayan ve unutmayan olduğunu,

 Mülkün tek sahibi olduğunu,

 Herşeyin tek varisi olduğunu,

 Daima diri olduğunu,

 İzzet ve şerefin tek sahibi olduğunu,

 Daima üstün ve galip gelen olduğunu,

 En güzel isimlerin sahibi olduğunu,

 Hüküm ve hikmet sahibi olduğunu,

 Kullarına şahdamarlarından daha yakın olduğunu,

 Kalplerinden geçirdikleri en ufak şeyi dahi bildiğini,

 Gizlinin gizlisini bilen olduğunu,

 Sonsuz adaletli olduğunu,

 Merhametlilerin en merhametlisi olduğunu,

 Kullarına karşı çok bağışlayıcı olduğunu,

 Kullarını çok seven olduğunu,

 Tevbeleri kabul eden olduğunu,

 Samimi duaya karşılık veren olduğunu,

 İyiliğin ve şükrün karşılığını fazlasıyla veren olduğunu,

 İnsana herşeyi öğreten olduğunu,

 Uyarıp korkutan olduğunu,

 Ölüleri dirilten ve hesap gününü yaratan olduğunu,

 Dinine yardım edenlere dünyada ve ahirette yardım eden olduğunu,

 Vaadinin hak olduğunu,

 İnkarcılar için cehennemi ve müminler için de cenneti yaratan olduğunu bilen bir Allah inancına sahiptir.

NASIL BİR ALLAH KORKUSUNA SAHİPTİR?

 Yalnızca Allah'tan korkup yine yalnızca O'ndan sakınır.

 Allah'tan başka hiçbir şeyden korku duymaz.

 Allah'tan güç yetirebildiğince çok korkar.

 İmanı ve Allah korkusunu kalbe yerleştirenin Allah olduğunu hisseder.

 Bu korkuyu sadece zorluk ve çaresizlik anlarında değil, her an yaşar.

 Allah'ın sinelerin özünde olanı ve gizlinin gizlisini bilen olduğunu unutmaz.

 Kimsenin görmediği yerde de Allah'ın gören olduğunu her an hatırlar.

 Hesap vereceğini bilerek hareket eder.

 Haram ve helallere titizlik gösterir.

 Yaptığı herşeyin temeli bu korku üzerine kuruludur.

 Yapılan her işte Allah'a yönelip döner.

 Tek cezalandıranın Allah olduğunu bilir.

 Allah'ın makamından, tehdidinden ve cehennem azabından korku duyar.

 Daha önce gelip geçenlere Allah'ın verdiği azapları unutmaz.

 Saygı dolu, içi titreyen ve şiddetli bir Allah korkusuna sahiptir.

NASIL BİR İMANA SAHİPTİR?

 Yalnız Allah korkusuna ve Allah sevgisine dayalı,

 Yalnızca Allah'a ibadet ettiren,

 Allah'ı herşeyin üzerinde tutmayı sağlayan,

 Allah'tan başka İlah aramayan,

 Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayan,

 Herşeyin Allah'tan olduğunu bilen,

 Allah'ın her zaman onun yanında olup, yaptıklarını gördüğünü bilen,

 Hayatının her anında asıl hedefini, 'Allah'ın rızasını kazanmak' olarak belirleyen,

 Tüm hayatı Allah için yaşamayı gerektiren,

 Allah'ın sınırlarını titizlikle korumayı sağlayan,

 Allah'ın karşısında acizliğini çok iyi bilmesini sağlayan,

 Allah'ın ayetlerine gönülden boyun eğici bir tavır sağlayan,

 Sadece Allah'a güvenip dayanmayı sağlayan,

 Yardımın ancak Allah'tan olduğunu kavratan,

 Daima Allah'ı anmayı sağlayan,

 Kuran'a kuvvetle bağlanmayı getiren,

 Allah'a asla nankörlük ettirmeyen,

 Kıyamet gününe kesin bir bilgiyle iman ettiren,

 Ahiretin varlığına kesin olarak inandıran,

 Dünya hayatına aldanmayı engelleyen,

 Gelecek endişesini ortadan kaldıran,

 Her işte bir hayır olduğunu her an hissettiren,

 Her işte Allah'a yönelip dönmeyi sağlayan,

 Sahip olunan tüm özelliklerin Allah'tan olduğunu unutturmayan,

 Allah'a, hükümlerine ve elçilerine gönülden bir itaat sağlayan,

 Şeytanın etkisine izin vermeyen,

 Her an vicdanın sesiyle hareket etmeyi sağlayan,

 Katıksız, sadece Allah'a yönelmiş bir ruh hali veren,

 Sadece Allah'ı ve inananları dost edinmeyi sağlayan,

 Allah'a yakınlaşmak için çok şiddetli bir çaba harcatan,

 Allah'a her an şükredici olmayı sağlayan,

 Her güçlüğe sabredebilecek, kesinlikle yılmayan bir kararlılık veren,

 Üstün bir ahlak kazandıran,

 Gösterilen mümin alametlerinde süreklilik sağlayan,

 Takvada yarışıp öne geçiren bir imana sahiptir.

NASIL BİR KADER ANLAYIŞINA SAHİPTİR?

 Herşeyin bir kader ile yaratıldığını,

 Doğumdan ölüme kadar her olayı, Allah'ın bir kader üzerine yarattığını,

 Her olayın ancak Allah'ın takdir ettiği zamanda gerçekleşeceğini,

 Allah'a karşı kalbi tam tatmin bulmuş olarak bağlanmak gerektiğini,

 Gönülden boyun eğici olmanın makbul olduğunu,

 Allah'ın tüm zamanları tek bir an içinde gördüğünü,

 Katıksızca sadece Allah'a teslim olmanın gerekliliğini,

 Her ne yaparsa yapsın sonucu belirleyecek olanın Allah olduğunu,

 Allah'a tam bir teslimiyet gösterdiği takdirde asla mahzun olmayacağını,

 Allah'ın yarattığı her görüntüden razı olması gerektiğini bilir.

 Başına gelen herşeyin Allah'tan olduğunu bildiği için;

    heyecana kapılmaz.

    üzüntü ya da sıkıntıya düşmez.

    paniğe kapılmaz.

    umutsuzluğa düşmez.

    sıkıntı ve stres yaşamaz.

    endişeli bir ruh haline girmez.

    kızgınlık duymaz.

    "keşke" demez.

    ani ve aşırı tepkiler vermez.

    ölüm karşısında üzüntü duymaz.

    elinden gidene ve kendisine isabet edene üzülmez.

NASIL BİR DÜŞÜNCE YAPISINA VE NASIL BİR AKLA SAHİPTİR?

 Kuran'ı gereği gibi, iyice düşünen.

 Herşeyi Kuran mantığıyla değerlendiren.

 Herşeyi pozitif düşünen.

 Vicdanın yönlendirdiği şekilde hareket eden.

 Herşeyi kaderde Allah'ın takdir ettiği şekilde meydana geldiğini bilerek düşünen.

 Her olayın ardında gizlenen hayır ve hikmeti görmeye çalışan.

 Ayakta iken, otururken, yatarken, her an daima Allah'ı düşünen.

 Allah'ın varlığını ve yaratışındaki sanatını derin derin düşünen.

 Öncelikli olarak Allah'ın dikkat çektiği konuları ve iman hakikatlerini araştırıp, düşünen.

 Sorularının cevaplarını sadece Kuran'dan bulan.

 Aksamalar karşısında çözümü hep Kuran'da arayan.

 Daima dinin lehine düşünen.

 Vesvese geldiğinde şeytandan olduğunu düşünüp, Allah'a sığınan.

 Müminler hakkında hüsn-ü zanla düşünen.

 Başkalarının ihtiyaçlarını düşünebilen.

 Aciliyetli konuları tespit edip onlara öncelik verebilen.

 Hak ile batıl arasında Kuran'a uygun kıyaslar yapabilen.

 Temiz bir akıl ile düşünebilen.

 Kendi yaratılışını düşünen.

 Kıyameti düşünen.

 Hesap gününü düşünen.

 Cenneti ve cehennemi düşünüp öğüt alan.

 Kendisine yöneltilen öğütleri iyice düşünen.

 Kendi nefis muhasebesini iyi yapabilen bir akıl ve düşünce yapısına sahiptir.

NASIL BİR SEVGİ ANLAYIŞINA SAHİPTİR?

  Allah'ı herkesten ve herşeyden fazla sever.

 Müminlere olan sevgisi Allah'ın rızasına dayalı bir sevgidir.

 En çok sevdiği kişiler, Allah'ın rızasını kazanmaya en çok çaba harcayan, en takva olduğunu umduğu kişilerdir.

 Dünya hayatının süslerine karşı tutkulu bir sevgi hissetmez.

 İşlediği hayırların karşılığında Allah'ın sevgisi dışında hiçbir karşılık beklemez.

 Allah'a ve elçisine karşı başkaldıranlara karşı asla bir sevgi duymaz.

 Bir şeye karşı duyduğu sevgi ve ihtiyaç, o konuda fedakarlık göstermesini engellemez.

NASIL VE NELER HAKKINDA KONUŞUR?

 Allah'ı en güzel isimleriyle tesbih eder.

 Sözün en güzelini söyler.

 Gelecekte olacak bir olay için her zaman için "Allah dilerse" anlamındaki "İnşaAllah" kelimesini kullanır.

 Allah'ın sanatını yansıtan her güzelliği gördüğünde "MaşaAllah" diyerek Allah'ın şanını yüceltir.

 Allah'ın en hoşnut olacağını umduğu sözü söyler.

 Konuşmalarında ayetleri hatırlatarak konuşur.

 Hikmetli konuşur.

 Kısa, özlü ve anlaşılır konuşur.

 Boş ve yararsız konuşmalar yapmaz.

 İhtiyaca yönelik konuşur.

 Yalan söz söylemez.

 Anne ve babasına karşı "öf" bile demeyecek kadar saygılı konuşur.

 Yumuşak söz söyler.

 Konuşmalarıyla karşı tarafa güvenilir olduğunu hissettirir.

 Olabildiğince samimi, sade, içinden geldiği gibi konuşur.

 Gizli konuşmalardan kaçınır.

 Söylediği sözün ne anlama gelebileceğini bilerek ve iyi düşünerek konuşur.

 Öğüt vererek konuşur.

 Bir eve girdiğinde önce Kuran'da belirtildiği gibi "selam" sözünü söyler.

 Cahillerle karşılaştığında onlarla cahilce söze dalmaz, "selam" diyerek geçer.

 İftira içeren bir söz söylemez.

 Ve bu tarz konuşmalara katılmayarak, onurlu olarak geçer.

 İyi ve güzel tavırları teşvik edecek ve kötü davranışlardan kaçındıracak şekilde konuşur.
 Sesinde orta bir yol tutar, bağırarak konuşmaz.

 Ağzından çıkan her sözden sorumlu olduğunu bilir.

 Boş ve gereksiz amaçlar için yemin edip durmaz.

 Konuşmalarında kimseyi ayıplayıp, kötülemez.

 Dedikodu yapmaz.

 Vicdanı harekete geçirecek etkili sözler söyler.

NASIL VE NELERE DUA EDER?

 Herşeyde Allah'a dönüp yönelerek,

 Yalnızca Allah'a dua ederek ve yalnızca O'ndan yardım dileyerek,

 Allah'ın her duaya icabet eden olduğunu bilerek,

 Allah'ın şahdamarından daha yakın olduğunu ve her düşündüğünü anında duyduğunu bilerek,

 Allah'ı en güzel isimleriyle tesbih ederek ve bu isimlerinin anlamlarını derin derin düşünerek,

 Dua ederken Allah'tan istekte bulunma konusunda sınır koymayarak,

 Duanın bir şekli olmadığını, Allah'ın rızasını kazanmak için yapılan her hareketin bir dua olduğunu bilerek,

 Dua etmek için özel bir mekan ve yere gerek olmadığını, her zaman, her yerde dua edilebileceğini bilerek,

 Allah'a karşı olabilecek en saygılı şekilde dua eder.

 Sadece sıkıntı ve ihtiyaç içindeyken değil, bolluk ve nimet içerisindeyken de dua eder.

 Dualarının arkasından verilen nimetlere nankörlük etmez.

 Duası samimi ve içtendir.

 Allah'a yalvara yalvara, için için dua eder.

 Gösteriş için dua etmez.

 Korku ve umut taşıyarak dua eder.

 Kendisi için olduğu kadar hatta daha da fazlasıyla peygamberler ve diğer müminler için de dua eder.

 Müminlerin sağlığı, güvenliği, rahatı, zenginliği ve gücü için dua eder.

 Allah'a yakınlaşmak, başarılı olmak, din ahlakını en iyi şekilde yaşayabilmek ve güzel ahlakta sabır gösterebilmek için dua eder.

 Dünyada ve ahirette Allah'ın en güzelini vermesi, nimetlerini artırması için dua eder.

 Hiç kimsenin müminlere zarar verememesi için dua eder.

 Kuran'da yer verilen peygamber dualarını kendisine örnek alır.

 Dualarının sonunda "gerçekten hamd alemlerin Rabbi olan Allah'ındır" (Yunus Suresi, 10) diyerek Allah'ı tesbih eder.